25 Mart 2023 Cumartesi

Tahkim Yargılamasında Gizlilik

 Tahkimde gizlilik, ticari tahkimin en önemli avantajlarından biri olarak kabul edilir. Tarafların aralarındaki uyuşmazlıkları kamuya açık olmayan bir yargılama yöntemiyle çözmeleri, ticari sırlarını ve itibarlarını korumalarına olanak sağlar1. Ancak tahkimde gizlilik yükümlülüğünün kapsamı ve uygulanması konusunda farklı görüşler ve uygulamalar bulunmaktadır. Bazı tahkim kuralları ve ulusal mevzuatlar gizlilik ilkesini açıkça düzenlerken, bazıları ise bu konuda sessiz kalmaktadır2. Ayrıca tahkimde gizlilik ilkesinin tarafların menfaati ile kamunun şeffaflık menfaati arasında bir çatışma yarattığı da ileri sürülmektedir3.

Tahkimde gizlilik ilkesinin kapsamını belirleyen en önemli etmen tarafların iradesidir. Taraflar aralarında yapacakları tahkim sözleşmesinde veya tahkim sürecinde gizlilik konusunda anlaşma yapabilirler. Bu anlaşmada hangi bilgilerin gizli bilgi olarak kabul edileceği, bu bilgilerin nasıl saklanacağı ve üçüncü kişilere açıklanması durumunda doğacak yükümlülükler belirlenebilir1. Eğer taraflar arasında böyle bir anlaşma yoksa, tahkimin tabi olduğu hukuk ve o hukuktaki düzenlemeler gizlilik ilkesinin kapsamını belirleyecektir.

Türkiye’de 4686 sayılı Milletlerarası Tahkim Kanunu (MTK), tahkim yerinin Türkiye olarak belirlendiği ve yabancılık unsuru taşıyan tahkim yargılamalarında uygulanmaktadır. MTK’da tahkim yargılamasının gizliliği ile ilgili herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak doktrinde MTK’nın 1. maddesinde yer alan “tarafların iradesine dayalı” ifadesinin, tarafların gizlilik konusunda anlaşma yapabilecekleri anlamına geldiği belirtilmektedir4. Dolayısıyla taraflar MTK kapsamında da gizlilik konusunda özgürce karar verebilirler.

18 Ocak 2023 Çarşamba

SUÇLULARIN İADESİ MÜESSESESİ

 Suçluların iadesi müessesi, yabancı bir kişinin işlediği suç sebebiyle bir başka ülkeye kaçarak soruşturma ve kovuşturmadan ya da cezadan kurtulmasını engellemektedir. Beynelmilel işbirliği çerçevesinde gelişen bu müessese, suçluların cezasın kalmamasına binaenaleyh beynelmilel adaletin sağlanmasına hizmet etmektedir. Suçluların iadesi her ne kadar ceza hukukunu ilgilendiren bir müessese gibi gözükse de ülkeler arası işbirliği esasına dayandığı için beynelmilel hukuku da ilgilendirmektedir. Ülkeler aralarında suçluların iadesini gerçekleştirebilmek adına iki taraflı veya çok taraflı sözleşmeler akdetmektedirler. Suçluların iadesinin şartları ve iade talebinde izlenecek usul bu suretle belirlenmektedir. Bu hususta çok taraflı sözleşme olarak 13 Aralık 1957 tarihli Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesi bulunmaktadır. Aynı şekilde ülkeler iç hukuklarında konu ile ilgili düzenleme yapabilmektedirler. Ülkemizde ise suçluların iadesine yönelik, geri verme başlıklı TCK’nın 18. maddesini mülga eden 6706 sayılı Cezai Konularda Uluslararası Adli İşbirliği Kanunu bulunmaktadır.

GİRİŞ

Suçluların iadesi müessesi bir ülkede işlediği suç nedeniyle bir başka ülkeye kaçan suçluların cezasız kalmamasına ve bu suretle adaletin tesis edilmesine hizmet etmektedir. Beynelmilel işbirliği çerçevesinde gelişen suçluların iadesi müessesi, mevzuatımızda TCK’nın geri verme başlıklı 18. maddesini mülga eden 6706 sayılı Cezai Konularda Uluslararası Adli İş Birliği Kanunu’nun 10. maddesinde tanımlanmıştır. 6706 sayılı kanunun 10/1 maddesine göre suçluların iadesi “Yabancı ülkede işlenen bir suç nedeniyle hakkında adlî merciler tarafından ceza soruşturması veya kovuşturması başlatılan ya da mahkûmiyet kararı verilen bir yabancı, talep üzerine, soruşturma veya kovuşturmanın sonuçlandırılabilmesi ya da hükmedilen cezanın infazı amacıyla talep eden devlete iade edilebilir.” şeklinde tanımlanmıştır. Tanımdan da anlaşılacağı üzere suçluların iadesi müessesi iadesi talep edilen kişinin rızası hilafına yapılan bir işlemdir1. Ancak idesi talep kişi iade edilmeyi kabul ederse doğal olarak iade işlemi kişinin rızası hilafına olmayacaktır.

Ülkelerin cezalandırma yetkisi bir egemenlik alametidir. Kural olarak mülkilik ilkesi gereği ülke, yargılama yetkisinin bulunduğu sınırlar dahilinde cezalandırma yetkisine haizdir. Ülkemizde TCK’nın 8. maddesi hükmü ile yargılama yetkisinin sınırları çizilmiştir. Bu sınırlar dahilinde işlenen suçlar hakkında cezalandırma yetkisi ülkemize aittir. Mülkilik ilkesinin yanı sıra kabul edilen bazı ilkeler gereği ülkelerin yargılama yetkisi genişlemektedir. Bu ilkeler faile göre şahsilik, mağdura göre şahsilik ve evrensellik ilkesi şeklinde sıralanabilir. Şartları oluştuğu takdirde ülkenin yargılama yetkisi mülkilik ilkesi gereği çizilen sınırları genişlemektedir. Bununla birlikte unutulmamalıdır ki sayılan ilkeler mülkilik ilkesini tamamlayıcı niteliktedir2.

Ancak bazı durumlarda suçlular, cezalandırılmamak için suç işledikleri ülkelerden başka ülkelere kaçmaktadırlar. Ülkeler böyle durumlarda suçluların cezasız kalmaması ve bazı ülkelerin suçlular tarafından sığınak olarak anılmaması için suçluların iadesi müessesini kabul etmişlerdir. Anlaşılacağı üzere suçluların iadesi müessesi ülkelerin adaleti sağlamak konusundaki ortak fikrine dayanmaktadır ve adaletin tesis edilmesine hizmet etmektedir. Bu müessese sayesinde talep edilen ülke tarafından, iadesi talep edilen kişi, iade talep eden ülkenin talebi üzerine, ceza soruşturması veya kovuşturmanın sürdürülebilmesi ya da verilen mahkumiyet kararının infazı için iade edilmektedir. Ayrıca belirtmek gerekir ki Anayasa’nın 38. maddesi ve 6706 sayılı kanunun 11/1-a maddesine göre Uluslararası Ceza Divanı’na taraf olmanın gerektirdiği yükümlülükler hariç olmak üzere Türk vatandaşları başka bir ülkeye iade edilemez.

Suçluların iadesi beynelmilel ilişkiler dahilinde gerçekleştirilmektedir. Bundan sebeple bir yönüyle beynelmilel hukuku da ilgilendirmektedir. Çünkü suçluların iadesi müessesi ülkeler arası yapılan ikili anlaşmalar çerçevesinde gerçekleştirilmektedir. Ülkeler mutabık kaldıkları usulde suçluların iadesi işlemini yürütmektedirler. Binaenaleyh ülkeler çok taraflı anlaşmalarla suçluların iadesi işlemini yürütebilirler. Suçluların iadesi müessesi konusundaki çok taraflı anlaşmaya örnek olarak genel bir anlaşma niteliğine haiz 13 Aralık 1957 tarihli Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesi kısaca SİDAS3 gösterilebilir. İki ülke arası konuyla ilgili iki taraflı veya çok taraflı anlaşma bulunmaması halinde iade işlemi beynelmilel teamüller çerçevesinde gerçekleştirilebilecektir. Ayrıca ülkeler suçluların iadesi konusuna iç hukuklarında da yer verebilmektedir. Ülkemizde suçluların iadesi konusu TCK’nın geri verme başlıklı 18. maddesini mülga eden 6706 sayılı Cezai Konularda Uluslararası Adli İş Birliği Kanunu’nun üçüncü bölümünde 10-22. maddelerinde düzenlenmiştir.

Çalışmamızda suçluların iadesi müessesi için gerekli olan şartları SİDAS ve 6706 sayılı kanunun ilgili maddeleri kapsamında fiile ve faile ilişkin şartlar olarak ayırıp değerlendirecek, sonrasında ise kısaca iade usulüne ve hususilik kuralına değinilecektir.

I. SUÇLULARIN İADESİ İÇİN GEREKLİ ŞARTLAR

A. Fiile İlişkin Şartlar

1. İade Talebine Konu Eylemin Her İki Ülkede Suç Teşkil Etmesi

Suçluların iadesi müessesinin yürütülebilmesi için gerekli olan ilk şart iade talebine konu olan iadesi talep edilen kişinin eylemi iki ülke kanunlarına göre suç olarak kabul edilmelidir. İadenin gerçekleşmesi için gerekli olan bu şarta çifte suçluluk kuralı veya çifte cezalandırılabilirlik ilkesi adları da verilmektedir4. Önemle belirtmek gerekir ki iadeye konu olan fiil ika edildiği sırada her iki ülke kanununa göre suç teşkil etmelidir5.

SİDAS’ın 2. maddesi bu şartı hükme bağlamıştır. Mezkur madde “Gerek iadeyi talebeden tarafın ve gerek kendisinden iade talep edilen tarafın kanunlarınca en aşağı bir sene müddetle hürriyeti selbedici mahiyette olan bir cezayı veya emniyet tedbirini veya daha ağır bir cezayı mucip filler suçlunun iadesini istilzam eder…” şeklinde hükme bağlanılarak, iadeye konu olan eylemin her iki ülke kanunlarına göre de suç teşkil etmesi gerektiğini belirtmiştir. Aynı şekilde iç hukukumuzda 6706 sayılı kanunun 10/2. maddesinde “Talep eden devlet hukuku ile Türk hukukuna göre…” denilmek suretiyle SİDAS’ın 2. maddesindeki hükme paralel olarak bir düzenleme yapılmıştır.

Bu şartla ilgili üzerinde durulması gereken konu talebe konu eylemin her ülke için de suç teşkil etmesinin tek başına yeterli olup olmadığı hususudur. İade talebini değerlendirecek makam, değerlendirmeyi yaparken eylemin hukuki tasnifinin her iki ülke için aynı veyahut benzer olmasını arayacak mıdır? Kanaatimiz sadece suç teşkil etmenin iade talebi için yeterli olmadığıdır. Zira iadeye konu olan fiilin; suçun unsurları, zamanaşımı, ceza muhakemesi bakımından suçun soruşturulabilir veya kovuşturulabilir olması gibi hususlar açısından iki ülke kanununda suç teşkil edebilmesi için benzer olarak düzenlenmesi gerekmektedir. Benzer düzenleme olmadığı takdirde iade talebine engel teşkil edici durumlar ortaya çıkabilecektir. Örneğin x suçunun soruşturulması ve kovuşturulması iade talep ülkede şikayete bağlanmış iade talep edilen ülkede ise bu işlemler re’sen gerçekleştirilebiliyorsa6; iade talep edilen ülke şikayetin olmaması durumunda ortada bir soruşturma ve kovuşturma olmayacağı için iade talebini reddedecektir. Benzer olarak Yargıtay 1. Ceza Dairesi 25.9.2019 tarihli ve E. 2019/3174, K. 2019/3947 sayılı kararında iade talebe konu olan fiilin her ülke için suç teşkil ettiği hususunu yeterli görmemiştir. Olayın esasına da giren mahkeme hukuki nitelendirme7 ve zamanaşımı8 konularında tespitler yapmıştır. Kanaatimizce suçluların iadesi müessesinin yürütülebilmesi için soyut çifte suçluluk kuralının9 benimsenmesi isabetlidir. Mezkur Yargıtay kararı da kanaatimizi destekler niteliktedir.

2. İade Talebine Konu Eylemin Belirli Bir Ağırlıkta Olması

İade işleminin gerçekleşmesi için iade talebine konu olan eylemin belirli bir ağırlıkta olması gerekmektedir. İadeye konu eylemin niceliği, iade müessesinin kaynağı olan iki taraflı veya çok taraflı anlaşmalar yoluyla belirlenmektedir10. İade konusu eylemin ağırlığının belirlenmesi için sayma ve asgari sınır belirleme şeklinde iki yöntem mevcuttur.

İadeye konu olan eylemin ağırlığının belirlenmesinde kullanılan yöntemlerden birisi olan sayma yöntemi, iadeye konu olacak eylemlerin ülkeler arasında tek tek belirlenmesi yoluyla kullanılan bir yöntemdir. Ancak iade konusu eylemi belirleyen ülkelerin kanunlarında ilgili eylemin hukuki nitelendirmesi her zaman aynı olmadığı için uygulamada sıkıntılar yaşanabilmesi ihtimali vardır11. Oluşacak sıkıntıyı gidermek için ülkeler kazuistik bir anlayışla iadeye konu olacak eylemleri tek tek belirlemelidir. Anlaşılacağı üzere sayma yöntemi uygulamada etkinliği fazla olmayan bir yöntemdir.

Asgari sınır belirleme yöntemi ise iadeye konu olabilecek eylemler için belirli sınırlar koymakta ve bu sınırların üstüne olan eylemler iade işlemine konu olabilmektedir. SİDAS’ın 2/1. maddesi de asgari sınır belirleme yöntemini benimsemiştir12. SİDAS’ın 2/1. maddesi asgari sınır konusunda şüpheli veya sanık olma ya da mahkum olma durumlarında farklı sınırlar belirlemiştir. İadesi talep olunan kişi hakkında henüz bir mahkumiyet kararı verilmemişse yani kişi şüpheli veya sanık konumunda ise iadeye konu olan eylemin her iki ülke kanununda en az bir yıl hürriyeti bağlayıcı nitelikte bir ceza veya güvenlik tedbirini gerektiren bir suç olmalıdır. Sözleşme sadece cezaları değil aynı zamanda güvenlik tedbirlerinin de iade müessesinin konusu olabileceğini kabul etmiştir13. Güvenlik tedbirlerinin kabul edildiği SİDAS’ın 1. maddesinde açıkça beyan edilmiştir. Ayrıca güvenlik tedbirlerinden ne anlaşılması gerektiği hususu da sözleşmenin 25. maddesinde14 düzenlenmiştir15. Bununla birlikte iadesi istenen kişi hakkında bir mahkumiyet kararı verilmişse, bu mahkumiyet kararının iade talebine konu olabilmesi için kesinleşmiş en az 4 ay hürriyeti bağlayıcı nitelikte olması gerekir. Tahdid edilen süreler altına mevcut olan bir eylem için iade talep etmede hukuki bir yarar mevcut olmayacağı için sözleşmede bu eylemlerin iadesinin talep edilmesine engel olunmuştur. İç mevzuatımızda ise SİDAS’ta mevcut olan hükme paralel olarak 6706 sayılı kanunun 10/2. maddesinde “Talep eden devlet hukuku ile Türk hukukuna göre, soruşturma veya kovuşturma aşamasında üst sınırı bir yıl veya daha fazla hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren suçlardan dolayı iade talebi kabul edilebilir. Kesinleşmiş mahkûmiyet kararları bakımından iade talebinin kabul edilebilmesi için hükmolunan cezanın en az dört ay hürriyeti bağlayıcı ceza olması gerekir…” denilmek suretiyle iade talebine konusu olacak eylemin ağırlığına ilişkin düzenlemede bulunulmuştur. Ancak 6706 sayılı kanunun 10. maddesinde güvenlik tedbirlerine ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır16.

İade talebine konu olan eylemin birden fazla olması durumunda ve bu eylemlerden bazılarının sözleşmede ve kanunda belirlenen sınırların altında kalması durumunda ise SİDAS’ın 2/2. maddesi ve 6706 sayılı kanunun 10/2. maddesinin son cümlesine göre kendisinden iade talep edilen devletin takdirine göre sınırların altında kalan eylemlerin iade talebine konu olması mümkündür. Devletlere mezkur durumda bir takdir yetkisi tanınmıştır. İade talep edilen ülke, sınır altında kalan eylemler hakkında iade talebini reddetmesi halinde 6706 sayılı kanunun 10/4. maddesi kapsamında iade edilen kişi, iade talep eden ülkeye iade edildiğinde reddedilen eylemler hakkında yargılanamayacaktır.

Mali yaptırımı gereken suçlar hakkında da iade talep edilmesi mümkündür. Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesine Ek 2. Protokolün 1. maddesine göre sözleşmeye taraf olan ülkelerin mali suçlar hakkında iade talep edebilmesini hükme bağlamıştır17. Bu düzenlemeyle birlikte adli para cezasını gerektiren suçlar hakkında da iade talebinde bulunulabilecektir18.

İdam cezasını gerektirecek bir suç dolayısıyla iade talep edildiği takdirde ise ancak SİDAS’ın 11. maddesindeki şartların oluştuğu takdirde iade talebi kabul edilecektir. Mezkur maddeye göre iade talep eden ülke, ülkesinde idam cezasını gerektiren bir suçtan dolayı iade talebinde bulunduğu takdirde kendisinden iade talep edilen ülke tarafından 11. maddeye göre değerlendirme yapılacaktır. Buna göre idam cezasının, iade talep edilen ülkede, iade talebine konu olan suçun idam cezasını gerektirmemesi veya idam cezasının genellikle uygulanmaması ve iade talep eden ülkenin idam cezasını infaz etmeyeceği hususunda teminat göstermesi şartlarının varlığı halinde iade talebi kabul edilecektir. SİDAS’ın 11. maddesi idam cezasının verilmesine engel teşkil etmemektedir19. Sadece idam cezasının infaz edilmemesi ile ilgilidir20. Zaten iade talep eden ülke idam cezasını infaz etmeyeceğine dair yeterli teminat göstermediği müddetçe iade talebi kabul edilmeyecektir. İade talep eden ülkenin gösterdiği teminatın yeterli olup olmadığı hususu kendisinden iade talep edilen ülkeye bırakılmıştır21. Yine 6706 sayılı kanunun 11/1-d. maddesinde iade talebine konu olan suçun ölüm cezasını veya insan onuru ile bağdaşmayacak bir cezayı gerektirmesi durumunda iade talebi kabul edilmeyecektir. Ancak kanunun 11/3. maddesinde ölüm cezası veya insan onuru ile bağdaşmayacak cezayı gerektiren suçlar hakkında iade talep eden ülkenin cezayı infaz etmeyeceğine dair teminat göstermesi halinde iade talebinin kabul edilebileceğini belirtmiştir. Bu maddeye bakıldığında Türkiye’nin teminat gösterilmesi halinde dahi iade talebini kabul edip etmeme konusunda takdir yetkisinin olduğu anlaşılmaktadır.

3. İade Talebine Konu Olan Suçun Soruşturulabilir ve Kovuşturulabilir Olması

İade müessesinin yürütülebilmesi için gerekli olan şartlardan birisi de iade talebinin konusu olan suçun soruşturulabilir ve kovuşturulabilir olmasıdır. SİDAS’ın 10. maddesine göre iade talebine konu olan suçun ve cezanın, iade talep eden veya iade talep edilen ülke hukukuna göre müruruzamana (zamanaşımına) uğraması halinde iade işlemi gerçekleştirilemeyecektir. Böyle bir hükmün varlığının sebebi dava ve ceza zamanaşımının davayı ve cezayı düşüren sebeplerden olmasıdır. Davanın veya cezanın düşmesi ile birlikte ülkeyle, şüpheli, sanık veya mahkum arasındaki ilişki kesilmiş olacaktır22. Mevzuatımızda da 6706 sayılı kanunun 11/1-c-5. maddesinde iadeye konu olan suçun zamanaşımına uğramasının iade işlemine engel teşkil edeceği hüküm altına alınmıştır.

Zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği hususunda ise sözleşmelerde aksine bir hüküm bulunmadığı müddetçe iadenin talep edildiği zamana göre bir tespit yapılmalıdır23. Ayrıca suçun her iki ülke için de zamanaşımına uğraması lazım değildir. İade talep eden veya iade talep edilen ülkenin hukukuna göre suçun zamanaşımına uğraması iade talebine engel teşkil edecektir.

6706 sayılı kanunun 11/1-c-5 maddesine göre iade talebine konu olan suçun affa uğramış olması da iade işlemine engel teşkil etmektedir. İade talep eden ülkece iade talebine konu suç genel affa uğramışsa artık iade işlemi yapılamayacaktır. Binaenaleyh suçun özel affa uğraması halinde iade işleminin yürütülememesi için ya suçu tamamen ortadan kaldırması veyahut suçun geriye kalan kısmının iade talebine konu edilememesi gerekmektedir24. İade talep edilen bakımından ise genel veya özel af nedeniyle iade talebinin reddedilebilmesi için iade talep edilen ülkenin kişiyi yargılama yetkisinin bulunması gerekir. Ancak zaten ülkemizde 6706 sayılı kanunun 11/1-c-4. maddesine göre Türkiye’nin yargılama yetkisine giren bir suçun varlığı durumunda iade talebi reddedilecektir. Türkiye, kendisinden iade talep edilmesi açısından aksine beynelmilel bir sözleşme hükmü olmadığı sürece Türkiye’de çıkarılan bir af nedeniyle yargılama yetkisine girmeyen bir suçlu için iade talebini reddedemeyecektir.

İade talebine konu suç için gerekli olan ceza muhakemesi şartları gerçekleşmediği müddetçe de iade işlemi gerçekleşmeyecektir. Çünkü ceza muhakemesi şartları gerçekleşmediği takdirde, suç soruşturulabilir ve kovuşturulabilir bir nitelik kazanmayacağından dolayı ülke suçun takibini yapamayacaktır. Örneğin takibi şikayete bağlı bir suç için şikayet şartı gerçekleşmediğinde suç soruşturulabilir ve kovuşturulabilir olmayacağından dolayı iade işlemi söz konusu olmayacaktır. Lakin önemle belirtmek gerekir ki ceza muhakemesi şartlarının gerçekleşmesi şartı sadece iade talep eden ülke açısından geçerlidir25. Çünkü iade talep edilen ülkenin zaten yargılama yetkisi bulunmamaktadır.

4. İade Talebine Konu Olan Suçun İade Talep Edilen Ülkenin Yargılama Yetkisi Kapsamına Girmemesi

İade talebine konu olan suç, talep edilen ülkenin hukukuna göre mülkilik ilkesi bağlamında ülke sınırları kabul edilen alanlar içerisinde ika edilmişse, SİDAS’ın 7/1. maddesine göre iade talep edilen ülke iadeden imtina edebilir. SİDAS’ın anılan maddesi mülkilik ilkesinin sınırlarını çizdiği yargılama yetkisini hüküm altına almıştır. Sözleşmenin 7/2. maddesi ise “İade talebine sebep olan suç iade talep eden tarafın ülkesi haricinde ika edilmiş ise, ancak kendisinden iade talep edilen taraf mevzuatının, ülkesi dışında işlenen aynı çeşit bir suçun takibine müsaade etmemesi veya talep mevzuunu teşkil eden suç için iadeye cevaz vermemesi halinde iade ret olunabilir.” demek suretiyle, iade talep eden ülke sınırları dışında işlenen suçlar için iade işleminin yapılamamasını; iade talep edilen ülkenin hukukunun, ülke sınırları dışında işlenen aynı çeşit bir suçun takibine izin vermemesi veya iade talebine konu olan suç için iadeye izin vermemesi şartına bağlamıştır. Belirtmek gerekir ki sözleşmedeki durumlar gerçekleştiği takdirde talep edilen ülkenin iade talebini reddetmesi bir zorunluluk arz etmemektedir26. İade talep edilen ülkenin bu konudaki kararı ihtiyari niteliktedir27. Bundan dolayı ülkeler kendi aralarındaki anlaşmalarda ve kendi iç hukuklarında mezkur durumlarda iade talebinin zorunlu olarak reddedilmesi hususunda düzenleme yapabilirler28.

Nitekim ülkemizde 6706 sayılı kanunun 11/1-c-4. maddesiyle birlikte konuya açıklık getirilmiştir. Maddeye göre Türkiye’nin yargılama yetkisine giren bir suç için iade talebi reddedilecektir. TCK bağlamında Türkiye’nin yargılama yetkisine giren haller şu şekilde sıralanabilir:

a) TCK’nın 8. ve 9. maddesine göre Türkiye’de işlenen suçlar,

b) TCK’nın 10. maddesi kapsamında ika edilen suç, Türkiye namına görev üstlenen kişi tarafından işlenen bir görev suçu ise,

c) TCK’nın 11. maddesi bağlamında yabancı ülkede işlenen suçun failinin Türk vatandaşı olduğu suçlar,

ç) Suç, Türkiye’ye (TCK madde 12/1) veya Türkiye devletinin güvenliği karşı (TCK madde 13/1-b) işlenmişse,

d) TCK’nın 12/2. maddesine göre yabancı ülkede işlenen suçun mağdurunun Türk vatandaşı ya da Türk kanunlarına göre kurulmuş özel hukuk tüzel kişisi olması durumunda,

e) TCK’nın 12/3. maddesine göre ise suçlunun iade edilememesi şartı gerçekleştiği takdirde, f) Evrensellik ilkesi bağlamında TCK’nın 13. maddesi kapsamına giren bir durumun varlığı halinde, Türkiye’nin yargılama yetkisi bulunduğundan dolayı iade talebi reddedilecektir.

5. İade Talebine Konu Olan Suçun İadeye Engel Nitelikte Olmaması

İade talebine konu olan bazı suçlar suçluların iadesi müessesinin işletilmesine engel teşkil etmektedir. Suçlunun iadesine engel bir suçun varlığı halinde iade talep eden ülkenin talebi iade talep edilen ülke tarafından kabul edilmemektedir. Geri vermeye engel olan durumlardan birincisi SİDAS’ın 3/2. ve 6706 sayılı kanunun 11/1-b. maddesinde hükme bağlanmıştır. Bu maddelere göre iade talebine konu olan adi suçun failinin ırkı, etnik kökeni, dini, vatandaşlığı, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasî görüşleri nedeniyle bir soruşturma veya kovuşturmaya maruz bırakılacağına veya cezalandırılacağına ya da işkence veya kötü muameleye maruz kalacağına dair kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması hallerinde iade işleminin gerçekleşmesi mümkün değildir.

Düşünce suçlarının iade talebine engel teşkil etmesi 6706 sayılı kanunun 11/1-c-1. maddesinde hükme bağlanmıştır. Doktrinde ise düşünce suçunun ne olduğu yani düşünce suçunun tanımı tartışmalı bir nitelik arz etmektedir. Zira ceza hukuku politikası gereği kişilerin düşünceleri dış dünyaya yansımadığı müddetçe bir cezanın konusu yapılamamaktadır. Bu sebeple düşünce suçu denildiği takdirde esasen düşüncenin açıklanması suretiyle işlenen suçlar anlaşılmalıdır29. Buradan hareketle TCK’da bulunan halkı kin ve düşmanlığa tahrik, suçu ve suçluyu övme, kanunlara uymamaya tahrik gibi suçlar düşünce suçu kapsamında değerlendirilebilecektir30. Ayrıca önemle belirtmek gerekir ki düşünce suçları ile ilgili SİDAS’ta bir düzenleme bulunmamaktadır.

SİDAS’ın 3/1. maddesi “İade talebine sebep olan suç kendisinden iade talep edilen tarafça siyasî bir suç veya böyle bir suç ile murtabit fiil olarak telâkki edildiği takdirde suçlu iade edilmeyecek.” demek suretiyle ise siyasi suç ve siyasi suçla murtabit (bağlantılı) suçları iadesine izin vermemiştir. Mezkur madde siyasi suçların iade işlemine engel teşkil ettiğini belirtmekle birlikte hangi suçların siyasi suç kapsamına dahil olduğunun belirlemesini kendisinden iade talep edilen ülkenin hukukuna bırakmıştır31. Ancak siyasi suçun ne olduğu konusunda ne ülkeler ne de doktrin mutabık olmadığından dolayı ülkeler arası anlaşmalar suretiyle siyasi suçların ne olmadığı belirlenmektedir32.

Siyasi suçların ne olduğu hususunu ikili bir ayrıma tabi tutarak incelemek mümkündür. Bu ayrımdaki ilk başlığı tam siyasi suçlar oluşturmaktadır. Tam siyasi suçları, devletin anayasada mevcut olan özelliklerine ve yine anayasada belirtilen siyasi haklara karşı işlenilen suçlar oluşturmaktadır33. İkinci başlık olan nispi siyasi suçlar ise failin sübjektif durumuna göre suçu siyasi bir saikle işlediği durumlarda ortaya çıkmaktadır34. Nispi siyasi suçları da murtebit (bağlı) ve muhtelit (karma) siyasi suçlar şeklinde iki başlık altında incelemek mümkündür. Murtebit (bağlı) siyasi suçlar siyasi suç yanında ika edilen adi suçları ifade etmektedir. Murtebit siyasi suçlara yaygın olarak verilen örnek meclise baskın yapmak için silah satan mağazanın yağmalanması örneğidir35. Muhtelit siyasi suçlar ise adi nitelikte bir suçun siyasi saikle işlenmesini ifade etmektedir. Örneğin bir ülkenin başındaki bir kişiye suikast düzenlemek muhtelit siyasi bir suç teşkil etmektedir.

İade talebinin siyasi bir suçun varlığı halinde reddedilmesi durumunda iade talebini reddeden ülke söz konusu kişi kendi ülkesinde de yargılayamayacaktır. Aksi halde, yani siyasi suçtan dolayı iade edilmeyen suçlunun iade etmeyen ülke tarafından yargılanması durumunda iade talep eden ülkenin yargılama yetkisine bir müdahale söz konusu olacaktır. Bu durum uluslararası hukuka aykırılık teşkil edecektir. Fakat yurtdışında işlenen siyasi bir suçtan ötürü Türkiye’nin yargılama yetkisine giren bir durum söz konusu olduğunda TCK’nın ilgili maddelerine göre yargılama yapılabilecektir. Siyasi suç veya siyasi suçla murtabit olan suçlar arasında değerlendirilebilecek suçlardan bazıları beynelmilel toplum tarafından siyasi suç olarak kabul edilmemekte ve iade işlemine konu olabilmektedir36. Bu nitelikte olan suçlardan birisi SİDAS’ın 3/3. maddesine göre ülke başkanlarının ve ülke başkanlarının aile üyelerinin hayatına karşı (Belçika Kuralı) kasıtlı işlenilen suçlar oluşturmaktadır. Maddede de belirtildiği üzere bir ülke başkanına ve ülke başkanının aile üyeleri olan bir kişiye karşı kasten yaralama veyahut kasten adam öldürme suçlarını ika edenler siyasi suçlu olarak telakki edilmeyip iade işlemine konu olabilecektir37. Benzer bir düzenleme Alman hukukunda da bulunmaktadır. Alman hukuku, kasten adam öldürme, kasten adam öldürmeye teşebbüs veyahut bu fiillere iştirak edilmesi halinde iade talebinin kabul edilebilir olduğuna hükmetmiştir38.

Terör tanımsal olarak “…baskı, cebir ve şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk devletinin ve Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü eylemler.”39 şeklinde ifade edilmektedir. Esasen tanımdan da anlaşılacağı üzere terör fiilleri devlete karşı işlenmektedir. Ancak teröristlerin işledikleri suçların kişilerin temel hak ve hürriyetlerine doğrudan müdahalede bulunması sebebiyle beynelmilel toplum terör suçlularının cezalandırılması gerektiği konusunda ortak bir görüşte birleşmeye başlamıştır. Açıkçası bir teröristin suçu ika ettikten sonra başka bir ülkeye kaçıp siyasi suçlu sıfatının arkasına saklanmak suretiyle yargılanmadan kurtulması adalet anlayışıyla bağdaşmamaktadır. Ülkeler de terör suçlularının yargılanması gerektiği hususuna önem vermekte ve konu ile ilgili sözleşme yapmaktadır. Yapılan sözleşmelerde40 terör fiillerinin iade işlemine engel oluşturmayacağı ve cezalandırılmaları gerektiği hüküm altına alınmıştır41.

İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan büyük insanlık kıyımlarından sonra ülkeler soykırım ve insanlığa karşı suçlar hakkında ortak bir hareket alma düşüncesine girmiştir. Bu doğrultuda 9.12.1948 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda “Jenosidin Önlenmesi ve Cezalandırılması Hakkında Sözleşme” kabul edilmiştir. Sözleşmenin 7. maddesiyle soykırım suçlarının siyasi suç olarak değerlendirilmeyeceği hüküm altına alınmıştır42. SİDAS’a ek 1. Protokolün 1/a. maddesi ise anılan sözleşmede belirtilen suçların siyasi suç olarak nitelendirilemeyeceği kabul edilmiştir43. Sonuç olarak soykırım suçu ve insanlığa karşı suçlar ülkeler tarafından siyasi suç olarak telakki edilmeyecek ve bu suçlar dolayısıyla iade işlemi gerçekleştirilebilecektir.

6706 sayılı kanun da SİDAS’ta mevcut olan düzenlemelere paralel olarak 11/1-c-1. maddesinde açıkça siyasi ve siyasi suçla bağlantılı suçlar hakkında iade talebinin kabul edilmeyeceğini belirtmiştir. Ancak aynı maddenin ikinci fıkrası “…iade talebinin dayanağını teşkil eden fiilin bütün unsurları, özellikle işleniş şekli, suçun işlenişinde kullanılan araçların veya ortaya çıkan sonuçların ağırlığı dikkate alınarak fiil siyasî suç olarak kabul edilmeyebilir…” demek suretiyle yukarıdaki açıklamalar kapsamındaki hallerin siyasi suç sayılmayacağı hakkında bir hüküm ortaya koymuştur. Yine 11. maddenin 2. fıkrasının son cümlesi soykırım ve insanlığa karşı işlenilen suçların siyasi suç olarak kabul edilmediğini açık ve net bir biçimde belirtmiştir. 

Askeri suçlar, askeri menfaatler için asker kişilerce ika edilen ordunun işleyiş ve düzenini ihlal eden fiiller olarak kabul edilmektedir44. SİDAS’ın 4. maddesi ise “Cezaî hukuka göre suç teşkil etmeyen askerî suçlar dolayısıyla iade işbu Sözleşmenin tatbik sahası dışındadır.” demek suretiyle esasen sırf askeri suçların suçluların iadesi müessesi kapsamı dışında tutulduğu belirtmiştir. Askerlikten kaçmak gibi esasen ülkelerin ceza kanunlarında bulunmayan ancak askeri ceza kanunlarında bulunduklarından dolayı cezalandırılan fiillerdir. Bu fiiller sözleşmede bahsedilen suçlardır ve bu suçlar suçluların iadesi müessesinin kapsamı dışında tutulmuştur. Ayrıca sırf askeri suçlar sadece asker kişiler tarafından işlenebilmektedir. Bundan dolayı ülkelerin ceza kanunlarında bulunan ya da askeri ceza kanunlarının genel ceza kanuna atıfta bulunduğu örneğin askeri malzemeleri çalmak gibi herkesin işleyebileceği suçlar hakkında iade işlemi gerçekleşebilecektir. 6706 sayılı kanunun 11/1-c-2. maddesi de açıkça sırf askeri suçlar hakkında iade taleplerinin kabul edilmeyeceğini hükme bağlamıştır.

SİDAS’a ek 2. Protokolün 2. maddesinin değiştirdiği SİDAS’ın 5. maddesi “Vergi, resim, kambiyo ve gümrük mevzularında işbu Sözleşmedeki şartlara tevfikan suçluların iadesi, ancak her suç veya suç kategorisi için bu hususun Âkid Taraflar arasında kararlaştırılmış olması halinde mümkündür.” demek suretiyle sözleşmeye taraf olan ülkeler arasında mali suçlar sebebiyle iade işleminin yapılabilmesini kabul etmiştir. Maddeye göre iade talebine konu olan vergi, resim, gümrük ve kambiyodan kaynaklanan suçlar kendisinden iade talep edilen ülke tarafından da aynı nitelikte bir suç kapsamında değerlendiriliyorsa ülkeler arası iade işlemi gerçekleştirilebilecektir45. Şunu da belirtmek gerekir ki mevzuatımızda bulunan 6706 sayılı kanunda mali suçlar hakkında bir düzenleme mevcut değildir46.

6. İade Talebine Konu Olan Suç Hakkında İade Talep Edilen Ülkede Karar Verilmemiş Olması

İade talebine konu olan suç hakkında iade talep edilen ülkenin yetkili makamları tarafından nihai karar verildiği vakit SİDAS’ın 9. maddesine göre iade talebi reddedilecektir. Buna karşılık iade talep edilen ülkenin yetkili makamları iade talebine konu olan suç hakkında takibat yapılmamasına veya sürdürülen takibatın son verilmesine karar verirse sözleşmeye göre iade talep edilen ülke iade talebini reddedebilecektir. Bu hususta sözleşme iade talep edilen ülkeye bir takdir yetkisi tanımıştır. Sözleşmeye böyle bir hüküm konulması non bis in idem (aynı fiilden iki kez yargılama olmaz) ilkesinden kaynaklanmaktadır47. Ülkemiz mevzuatında ise 6706 sayılı kanunun 11/1-ç. maddesi sadece Türkiye’de söz konusu suç hakkında mahkumiyet veya beraat kararı verilmesi halinde iade talebinin reddedileceği hakkında bir düzenleme bulunmaktadır.

B. Faile İlişkin Şartlar

1. İadesi İstenilen Kişinin Vatandaş Olmaması

İade işleminin gerçekleştirilebilmesi için iadesi talep edilen kişinin talep edilen ülke vatandaşı olmaması gerekmektedir. Ülkelerin kendi vatandaşlarını koruma gereksinimi ile ortaya çıkan bu kural beynelmilel sözleşmelerde ve ülkelerin iç hukuklarında kendisine yer bulmaktadır48. SİDAS 6. maddesinde vatandaşın iade edilebilirliği hakkında taraf ülkelere bir takdir yetkisi tanımıştır. Buna göre sözleşmeye taraf olan her ülke kendi vatandaşını iade etmeme hakkına sahiptir. Ancak sözleşme vatandaşını iade etmeyen ülkeye 6/2. maddede “Kendisinden iade talep edilen taraf tebaasını iade etmediği takdirde, talep edilen tarafın isteği üzerine, mahal varsa adlî takibat yapılabilmek üzere meseleyi alâkalı makamlara intikal ettirmelidir.” demek suretiyle vatandaşı ile ilgili yapılacak işlemler için iade talebine konu olan olayı gerekli makamlarına göndermesini düzenlemiştir.

Ülkemiz ise SİDAS’ta kabul edilen vatandaşın iadesi ile ilgili takdir hakkını, 6706 sayılı kanunun 11/1-a. maddesinde Uluslararası Ceza Divanı’na taraf olmanın gereklilikleri saklı olmak kaydıyla vatandaşın iade edilmeyeceği hususundan yana kullanmıştır. Kanuna göre vatandaşın iade edilmezliğinin tek istisnası Uluslararası Ceza Divanı’na taraf olmanın gereklilikleridir49. Anayasamızın 38/12. maddesinde de 6706 sayılı kanunda hüküm altına alınan vatandaşın iade edilmezliği kuralı muhteva olarak aynen bulunmaktadır.

Kişinin vatandaşlığının değerlendirilmesi SİDAS’ın 6/1-c. maddesine göre iade talebi hakkında karar verilmesi sırasında olmalıdır. Ülkemizde de iade talep olunan kişinin vatandaşlığının değerlendirilmesi kişinin bulunduğu ağır ceza mahkemesi tarafından yapılacaktır. Kişinin bulunduğu yer tespit edilemediği takdirde bu hususta Ankara ağır ceza mahkemesi yetkili kabul edilmiştir. İade talep edilen ülkede vatandaşlığın değerlendirilmesi sırasında kişinin kendi ülke vatandaşı olup olmadığı göze alınmalıdır50. Bunun dışında iadesi talep edilen kişi başka ülke vatandaşlarının veyahut vatansız kişilerin durumu iade talep edilen ülke bakımından bir önem arz etmemektedir51. Çifte vatandaş olan kişilerin vatandaşlığının birisi iade talep edilen ülkenin ise talep edilen ülke vatandaşı sayılacakları için iade talebi, talep edilen devlet tarafından kabul edilmeyebilecektir. Türkiye bakımından ise vatandaşlığının biri Türk olan çifte vatandaş kişilerin iadesi 6706 sayılı kanunda gösterilen istisna dışında mümkün değildir. SİDAS’ın 6/1-c. maddesi “…talep edilen şahıs kendisinden iade talep edilen tarafın tebaası olarak karar anı ile teslim için kararlaştırılan tarih arasında tanınsa bile…” demek suretiyle iade hakkındaki karar ile iade anı arasında iadesi talep olunan kişinin, iade talep edilen ülke vatandaşlığına geçmesi durumunda, iade talep edilen ülkenin vatandaşın iade edilmezliği kuralını yürütebileceğini öngörmüştür. Türk hukukuna göre iadesi talep edilen kişi, iade hakkındaki karar ile iade anı arasında Türk vatandaşlığına geçerse, Türkiye tarafından kişi iade edilmemelidir52.

2. Orantılılık İlkesi

Orantılılık ilkesi, iade işlemi ile iade edilen kişinin geri dönülemeyecek büyük zararlara uğramaması için 6706 sayılı kanunun 11/4. maddesinde kabul edilmiştir. Maddeye göre; “İadesi talep edilen kişinin, talep tarihinde on sekiz yaşını doldurmamış olması, uzun zamandan beri Türkiye’de bulunuyor olması veya evli bulunması gibi kişisel hâlleri nedeniyle, iadenin kişinin kendisini veya ailesini, fiilin ağırlığı ile orantısız şekilde mağdur edecek olması durumunda iade talebi kabul edilmeyebilir.” Maddedeki şartların varlığı halinde Türkiye iade talebini reddetme hakkında sahiptir. Mezkur kanun hükmü iade işlemini değerlendirecek makama bir takdir yetkisi tanımıştır53.

İade talep edilen kişi yerine daha çok iade işleminin yapılmasındaki fayda ile bağlantısı olsa da orantılılık ilkesi 6706 sayılı kanunun 3/6. maddesinde de kabul edilmiştir. Maddeye göre; “Adlî iş birliği talebine esas teşkil eden suçun ağırlığı ile talebin yerine getirilmesi için sarf edilecek emek, mesai ve masraf arasında açık orantısızlık bulunması veya bir devletin mutat olarak yerine getirmekten imtina ettiği işlemlere ilişkin olması hâlinde, Merkezî Makam talebi geri çevirebilir.”

II. SUÇLULARIN İADESİ USULÜ

Suçluların iadesi müessesi beynelmilel alanda ikili ülke ilişkilerine dayandığından dolayı iade talepnamesi, iade talep eden ülke tarafından diplomatik yolla ikili veya çok taraflı anlaşmalar çerçevesinde belirlenen makama iletilmelidir. SİDAS’a ek 2. Protokolün 5. maddesi iade talep eden ve iade talep edilen ülke arasında iade talebinin adalet bakanlıkları arasında yazışmak suretiyle yapılmasını öngörmüştür54. 6706 sayılı kanunda ise Türkiye adına iade talebinin iletilmesi gereken yer merkezi makam olarak ifade edilmiş, yine aynı kanunun 2/b. maddesi de merkezi makamın Adalet Bakanlığı olduğu açıkça belirtilmiştir.

SİDAS’ın 12. maddesine göre yazılı ve diplomatik yoldan iletilecek olan iade talepnamesinin bazı özellikleri içermesi gerekmektedir. SİDAS’ın 12/2. maddesinde talepnamenin içermesi gereken özellikler belirtilmiştir. Maddeye göre talepname şu hususları içermelidir: “(2) İade talepnamesine aşağıdaki vesaik eklenecektir.

a) İade talep eden tarafın kanunlarına uygun surette ısdar edilmiş ve infaz kabiliyetini haiz bir mahkumiyet kararının veya tevkif müzekkeresinin yahut aynı tesiri haiz diğer her hangi bir kararın aslı veya tasdikli sureti;

b) İade talebine sebep olan fiillerin işarı. İka edildikleri yer ve zaman hukukî tavsifleri ve bunlara tatbik olunacak kanunî hükümler mümkün olduğu kadar sarih bir şekilde gösterilecektir; ve

c) Tatbik edilecek kanunî metinlerin bir sureti veya bu mümkün değilse, tatbik olunacak hukukun izahı ve ayrıca talep olunan şahsın mümkün olduğu kadar sarih eşkâli ile milliyetini ve hüviyetini tespite yarayacak diğer bütün malûmat.”

Kendisinden iade talep edilen ülke, kendisine iade talepnamesi ulaştığında talepnamedeki bilgileri yeterli görmediği takdirde SİDAS’ın 13. maddesi kapsamında belirli bir süre belirleyerek iade talep eden ülkeden ek bilgi talep edebilecektir. 6706 sayılı kanunun 13. maddesinde de SİDAS’taki düzenlemeye “(1) Merkezî Makam, iade taleplerini inceleyerek, lüzum görmesi hâlinde ek bilgi ve belge talebinde bulunabilir ve gerekli şartları taşımayan talepleri reddeder. (2) Gerekli şartları taşıyan talepler, yetkili ağır ceza mahkemesi nezdindeki Cumhuriyet başsavcılığına gönderilir.” denilmek suretiyle yer verilmiştir. Merkezi makam yani Adalet Bakanlığı, talepnamenin içeriğini yeterli gördüğü takdirde 6706 sayılı kanunun 15. maddesi hükmüne göre talepnameyi iadesi istenen kişinin bulunduğu yer ağır ceza mahkemesi nezdindeki Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderecektir. İadesi istenen kişinin Türkiye’de bulunduğu yer belli olmadığı takdirde ise iade talebine ilişkin karar verilmesi için Ankara ağır cezası mahkemesi yetkilidir. Kendisine iade talepnamesi iletilen Cumhuriyet Başsavcılığı, iade talebi hakkında karar vermesi için ağır ceza mahkemesine 6076 sayılı kanunun 15/2. maddesi hükmü çerçevesinde talepte bulunacaktır.

İade talepnamesinin iade talep edilen ülkenin hukukuna göre incelenip karara bağlanması hususunda adli, idari ve karma olmak üzere üç farklı sistem mevcuttur55. Türk hukukunda ise iade talebinin değerlendirilmesi ve karara bağlanması hususunda karma sistem kabul edilmiştir. Karma sistemde ise iade işleminin gerçekleştirilebilmesi için hem adli makam hem de idari makam tarafından iade talebinin kabul edilebilir olduğuna dair karar verilmesi gerekmektedir. Bu husus 6706 sayılı kanunun 19/1. maddesinde şöyle hüküm altına alınmıştır: “(1) Ağır ceza mahkemesince iade talebinin kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi hâlinde, bu kararın yerine getirilmesi, Dışişleri ve İçişleri bakanlıklarının görüşü alınarak Adalet Bakanının teklifi ve Cumhurbaşkanının onayına bağlıdır.”

Kendisinden iade talebi hakkında karar vermesi beklenen ağır ceza mahkemesi, en başta SİDAS’a ek 3. Protokolde yer verilen rızaya dayalı yahut basit iade usulü hakkında iadesi istenen kişiye bilgilendirme yaparak iadeye rızası olup olmadığı sorulmalıdır56. İadesi istenilen kişi iadeye rıza gösterdiği takdirde ülkemizde 6706 sayılı kanunun 17. maddesi hükmü çerçevesinde süreç ilerleyecektir. Bu süreç 17. maddede şu şekilde düzenlenmiştir: “(1) Kişi, iadeye rıza göstermesi hâlinde normal iade usulü uygulanmadan talep eden devlete iade edilebilir. (2) Ağır ceza mahkemesince kişiye, Ceza Muhakemesi Kanununda belirtilen haklarıyla birlikte rızaya dayalı iadenin mahiyeti ve hukukî sonuçları anlatılır. Kişiye rızaya dayalı iade usulünü kabul edip etmediği sorulur. (3) Mahkeme, kişinin rızaya dayalı iade usulünü kabul etmesi üzerine bu Kanun ve Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası andlaşma hükümlerine göre iade talebinin kabul edilebilir olup olmadığına karar verir. Bu karara karşı itiraz yoluna başvurulabilir. Kararın kesinleşmesi hâlinde iade evrakı Merkezî Makama gönderilir. (4) Rızaya dayalı iade usulü uygulanarak verilen iade kararının yerine getirilmesi, Merkezî Makamın onayına bağlıdır.” İadesi istenilen kişi, iade edilmeye rıza göstermediği takdirde mahkeme, iade şartlarını ve Türkiye’nin taraf olduğu beynelmilel sözleşmeleri dikkate alarak iade talebi hakkında bir karar vermelidir57. Ancak mahkeme iade talep eden ülke tarafından gönderilen bilgileri yeterli görmediği takdirde uygun bir süre içerisinde iade talep eden ülkeden ek bilgi talep edebilecektir. 6706 sayılı kanunun 18/4. maddesi ise “(4) Mahkemenin kararına karşı temyiz yoluna başvurulabilir. Yargıtay bu başvuruları üç ay içinde sonuçlandırır. Kararın kesinleşmesi hâlinde iade evrakı karar ile birlikte Merkezî Makama gönderilir.” diye belirtmek suretiyle mahkemenin iade talebi hakkındaki kararına itiraz edilebileceği ve kesinleşen kararların merkezi makama gönderileceğini hükmetmiştir. Önemle belirtmek gerekir ki iade talebi, iade talep edilen ülkeye ulaşmadan önce de SİDAS’ın 16. maddesi ve 6706 sayılı kanunun 14. maddesi çerçevesinde iadesi istenen kişi geçici olarak tutuklanabilecektir. Geçici tutuklamanın yapılabilmesi için iadesi istenen kişi hakkında iade talep eden ülkede bir mahkumiyet hükmü ya da yakalama emri veya tutuklama kararının verilmesiyle birlikte bunların geçici tutuklama talebinde belirtilmesi gerekmektedir58. Türk hukukunda geçici tutuklama talebi hakkında karar vermeye görevli makam sulh ceza mahkemesidir. Bununla birlikte iade talebi hakkında karar verecek olan ağır ceza mahkemesi, 6706 sayılı kanunun 16/1. maddesi hükmü çerçevesinde iadesi talep edilen kişi hakkında yargılamanın her aşamasında CMK hükümlerine göre koruma tedbirlerine başvurabilecektir59.

Ağır ceza mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda, iadesi talep edilen kişi hakkında mahkeme, “iade talebinin reddine” veyahut “iade talebinin kabul edilebilir olduğuna” karar verecektir. 6706 sayılı kanunun 18/4. maddesine göre mahkemenin vermiş olduğu karar temyiz edilebilir. Yargıtay temyiz başvurusunu üç ay içerisinde karara bağlamak zorundadır. Kararın kesinleşmesiyle birlikte iade hakkındaki dosya ve karar birlikte Adalet Bakanlığı’na gönderilir. Mahkeme iade talebini reddettiği takdirde artık iade işleminin gerçekleşmesi mümkün değildir60. Lakin iade talebinin kabul edilebilir olduğu yönünde mahkeme bir karar verirse iade işleminin gerçekleşmesi 6706 sayılı 19/1. maddesindeki şarta bağlıdır. Maddeye göre; “(1) Ağır ceza mahkemesince iade talebinin kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi hâlinde, bu kararın yerine getirilmesi, Dışişleri ve İçişleri bakanlıklarının görüşü alınarak Adalet Bakanının teklifi ve Cumhurbaşkanının onayına bağlıdır.” Cumhurbaşkanının da iade işlemini onaylaması durumunda artık iadesi istenilen kişi iade talep eden ülkeye iade edilebilecektir. İadesi istenilen kişi, hakkındaki iade talebinin kabul edilmesi kararına karşı idari yargıya başvurarak iptal davası açabilir61. Nihai olarak Adalet Bakanlığı, 6706 sayılı kanunun 19/2. maddesi dahilinde iade talebi hakkındaki kabul veya ret kararını, iade talep eden ülkeye ve iadesi istenilen kişiye bildirmek zorundadır. 

İadesi istenilen kişi hakkında aynı suçtan dolayı farklı ülkelerin iade talebinde bulunması mümkündür. Ortaya çıkacak böyle bir durumun varlığını da öngören SİDAS, konu ile ilgili 17. maddede bir düzenleme yapmıştır. Sözleşmenin 17. maddesine göre kendisinden iade talep edilen ülke, suçun ağırlığı ve işlendiği yeri, iade taleplerinin ulaştığı tarihleri, iadesi istenen kişinin uyruğunu ve başka bir ülkeye iade imkanının olup olmadığı gibi hususları dikkate alarak talep hakkındakini kararını takdir edecektir62. 6076 sayılı kanunda da konu ile ilgili düzenleme 10. maddenin 3. fıkrasında bulunmaktadır. 10. maddenin 3. fıkrasına göre ise iadesi istenen kişi hakkında birden fazla ülke tarafından iade talebinde bulunulduğu zaman, merkezi makam, suçların ağırlığı ve işlendikleri yerleri, iade taleplerinin geliş sıralarını, kişinin vatandaşlığını ve başka ülkeye iade edilme ihtimallerini dikkate alarak iade taleplerinden hangisinin öncelikli olarak işleme alınacağına karar verecektir.

Türkiye’nin bir başka ülkeden iade talebinde bulunmasının şartları hakkında 6706 sayılı kanunda bir düzenleme yapılmıştır. 6706 sayılı kanunun 22. maddesine göre Türkiye’nin iade talebinde bulunmasının şartları şu şekildedir: “(1) Soruşturma veya kovuşturmanın sonuçlandırılabilmesi ya da verilen mahkûmiyet kararlarının infazı amacıyla yabancı bir ülkede bulunan ve hakkında yakalama emri veya tutuklama kararı verilen kişinin Türkiye’ye iadesi, adlî merciler tarafından istenebilir. (2) Üst sınırı bir yıl veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı kişinin iadesi talep edilebilir. Kesinleşmiş mahkûmiyet kararları bakımından iade talebinde bulunulabilmesi için hükmolunan hapis cezasının en az dört ay olması gerekir. İadesi istenen kişinin birden fazla suçu bulunması hâlinde, bunlardan bazılarının cezası belirtilen sürelerin altında olsa dahi birlikte iadeye konu edilebilir. (3) Merkezî Makam tarafından uygun görülmesi hâlinde talep, yabancı devlete gönderilir. Ancak, aşağıdaki durumlarda Merkezî Makam iade talebini yabancı devlete göndermeden reddedebilir:

a) Talebin, iade için gerekli şartları taşımaması.

b) Ceza infaz kurumlarında geçirilecek süre dikkate alındığında, iade yoluna başvurulmasının kişi yararı ve kamu yararı arasında açık bir orantısızlığa sebep olması.

c) Türkiye’nin millî güvenliğinin veya uluslararası ilişkilerinin zarar görme ihtimalinin bulunması.

(4) Türkiye’ye iadesine karar verilen kişinin üçüncü ülkelerden transit geçişi ve teslim konusunda, uygun olduğu ölçüde 20 nci ve 21 inci maddelerde yer alan hükümler uygulanır.”

Türkiye’nin bir başka ülkeye iade talebinde bulunması halinde iade işlemine ilişkin esas ve usuller, varsa iki ülke arasındaki beynelmilel sözleşmelere göre belirlenecektir63. Ancak Türkiye’nin iade talebinde bulunduğu ülke, mümkün olduğu ölçüde 6706 sayılı kanun hükümlerini de dikkate almalıdır64.

III. SUÇLULARIN İADESİNDE HUSUSİLİK (ÖZELLİK) KURALI

Suçluların iadesi müessesi için önemli olan ilkelerden birisi hususilik (özellik) ilkesidir. Bu ilkeye göre iade talep eden ülkeye iade edilen kişi sadece iade talebinde belirtilen suçlar hakkında yargılanacak veya verilen ceza infaz edilecektir65. Hususilik kuralı suçluyu iade eden ülkenin iradesini korumayı amaçlayan66 genel bir beynelmilel hukuk kuralıdır67. Hususilik kuralı ile ilgili düzenlemeler SİDAS’ın 14/1. maddesi ve 6706 sayılı kanunun 10/4. maddesinde düzenlenmiştir.

Hususilik ilkesine iade talebinin konusu olan suç hakkında yargılama yapıldığı sürede ilgili suçun vasıfları değişebilmektedir. Söz konusu ihtimal gündeme geldiği zaman SİDAS’ın 14/3. maddesi dikkate alınmalıdır. Mezkur maddeye göre yargılama sırasında değişen suçun vasıfları iadeyi mümkün kılıyorsa yargılamanın yapılıp karar verilmesi gerekir. Aksi takdirde suçlunun iade edildiği ülkenin yargılamaya son vermesi gerekmektedir. Ayrıca hususilik kuralı suçlu kişinin iade edilen ülkede yargılanıp beraat ettikten veya cezası infaz edildikten sonra iade işleminden önceki bir suç nedeniyle üçüncü bir ülkeye iadesini de engellemektedir68. SİDAS’ın 15. maddesi, bahsedilen hususta kişinin üçüncü bir ülkeye iade edilmesi için iade eden ülkenin iade işlemine izin vermesi gerektiği hüküm altına almıştır. Yine aynı maddeye göre kendisinden iade talep edilen ülke, üçüncü bir ülkeye iade etmek isteyen ülkeden konu ile ilgili bilgi isteyebilecektir.

İade talebine konu olan suçlar dışındaki başka suçlar hakkında iade edilen ülkede işlem yapılmasını nehyeden hususilik kuralının iki istisnası bulunmaktadır.

İstisnalardan birincisi SİDAS’ın 14/1-a. maddesinde belirtilen iade eden ülkenin talebinde bulunmayan suçlar hakkında iade edilen ülkeye muvafakat göstermesidir. Ancak iade eden ülkenin muvafakat göstermesi halinde kişi hakkında işlem yapılabilecektir. Belirtmek gerekir ki muvafakatin aranacağı durumlar kişinin iade edilmeden önceki suçlarına ilişkindir ve iade işlemi sonrasındaki suçlar hakkında muvafakat gerekmemektedir69.

İstisnalardan ikincisi ise SİDAS’ın 14/1-b. maddesinde belirtilen durumdur. Maddeye göre iade edilen kişi, kesin olarak hürriyetine kavuştuktan sonra 45 gün içerisinde iade edildiği ülkeyi terk etmediği veya terk ettikten geri döndüğü durumda, iade talebinde bulunmayan diğer suçlar için de hakkında işlem yapılabilecektir.

SONUÇ

Suçluların iadesi müessesi, yabancı bir kişinin işlediği suç sebebiyle bir başka ülkeye kaçarak soruşturma ve kovuşturmadan ya da cezadan kurtulmasını engellemektedir. Beynelmilel işbirliği çerçevesinde gelişen bu müessese, suçluların cezasın kalmamasına binaenaleyh beynelmilel adaletin sağlanmasına hizmet etmektedir. Suçluların iadesi her ne kadar ceza hukukunu ilgilendiren bir müessese gibi gözükse de ülkeler arası işbirliği esasına dayandığı için beynelmilel hukuku da ilgilendirmektedir. Ülkeler aralarında suçluların iadesini gerçekleştirebilmek adına iki taraflı veya çok taraflı sözleşmeler akdetmektedirler. Suçluların iadesinin şartları ve iade talebinde izlenecek usul bu suretle belirlenmektedir. Bu hususta çok taraflı sözleşme olarak 13 Aralık 1957 tarihli Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesi bulunmaktadır. Aynı şekilde ülkeler iç hukuklarında konu ile ilgili düzenleme yapabilmektedirler. Ülkemizde ise suçluların iadesine yönelik, geri verme başlıklı TCK’nın 18. maddesini mülga eden 6706 sayılı Cezai Konularda Uluslararası Adli İşbirliği Kanunu bulunmaktadır.

Suçluların iadesinin şartları ve iade işleminde uygulanacak usul hakkındaki sorular SİDAS ve ülkemizde iç hukuk kuralı olarak 6706 sayılı kanun üzerinden cevaplanmaktadır. Ancak uygulamada ülkeler arasında iki taraflı sözleşme veya çok taraflı sözleşme bulunsa dahi suçluların iadesi konusunda bazı sebeplerden ötürü (siyasi sebepler veyahut iade talebine konu suçun hukuki nitelendirilmesinin farklı yapılması gibi) anlaşmazlıklar çıkabilmektedir. Keza iade talep eden ülke ile iade edilen ülke arasında suçluların iadesine yönelik sözleşme bulunmaması halinde genel uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde iade işlemi yürütülebilmektedir. Ülkeler arası sınırların gün geçtikçe kaybolduğu günümüzde tüm ülkelerin kabul edebileceği suçluların iadesine yönelik azami şartların belirlendiği yeni bir çok taraflı sözleşmeye ihtiyaç vardır. Dünyadaki tüm ülkelerin söz konusu sözleşmeye taraf olması düşük bir ihtimal olsa da günümüz şartlarına uyarlanacak çok taraflı bir sözleşmeye ülkelerin birçoğunun taraf olması sağlanmalıdır. Sözleşmeyi imzalamayacak ülkeler için ise belirlenecek olan azami şartların, yaygın ülke davranışıyla teamül niteliği kazandırılarak uygulanması için çaba sarf edilmelidir. Böylelikle beynelmilel alanda mutabık olunan suçluları cezasız bırakmamak suretiyle adaletin sağlanması fikrine bir adım daha yaklaşılmalıdır.

31 Ekim 2022 Pazartesi

 TAŞINMAZ MÜLKİYETİNİN MADDE İTİBARİYLE KAPSAMI

I.                   Giriş

Taşınmaz mülkiyetinin kapsamı, TMK 718 vd. maddelerinde düzenlenmiştir. TMK. m. 718 “Arazi üzerindeki mülkiyet, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını da kapsar. Bu mülkiyetin kapsamına, yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynaklar da girer.” demektedir. Kanun koyucu, taşınmaz mülkiyetinin kapsamına ilişkin TMK. 718 vd. maddelerde, sadece arazi üzerindeki mülkiyete ilişkin kapsamı düzenlemiştir. Bağımsız ve sürekli hakların kapsamı ise taşınmaz irtifakının tesciline ilişkin tapu sicili kayıtlarına göre tespit edilir.[1]

Kat Mülkiyetine tabi bağımsız bölümlere ilişkin düzenlemelerin ise KMK’da yer aldığına yukarıda değinilmişti. Taşınmaz, yani arazi üzerindeki mülkiyetin kapsamı, kanunda öngörülen hükümlerden de yola çıkılarak, doktrinde yatay, dikey ve maddi kapsam olmak üzere üçe ayrılmıştır[2]. Mülkiyetin yatay kapsamı arazinin sınırlarını, dikey kapsamı arazinin üzerindeki hava ve altındaki arz katmanlarını, madde itibariyle kapsamı ise yatay ve dikey kapsam alanı içinde bulunan malları ifade eder.[3]

II.                TAŞINMAZ MÜLKİYETİNİN YATAY KAPSAMI

Taşınmazlar, taşınırlardan farklı olarak, maddi ve bireysel yönden diğer eşyalardan ayrı bir varlık göstermezler . Bu da arazilerin diğer arazilerden yapay ya da doğal sınırlarla ayrılmasını gerektirir. Bu nedenle doktrinde mülkiyete konu olan arazi, ayırt edici araçlarla sınırları belirlenip ferdileştirilmiş yeryüzü parçası şeklin detanımlanmakta[4], taşınmaz mülkiyetinin yatay kapsamı da bu sınırlara göre belirlenmektedir. Dolayısıyla, sınırlara ilişkin olarak kanunun öngördüğü hükümler çerçevesinde mülkiyetin kapsamı tespit edilmelidir.

TMK m. 719/1’de sınırların nasıl belirleneceği düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, taşınmazın sınırları, tapu planları ve arz üzerindeki sınır işaretleriyle belirlenir. Arz (toprak) üzerindeki sınır, taşınmazın yatay sınırını belirleyerek onu diğer taşınmazlardan ayıran, doğal olarak yeryüzünde bulunan göl nehir, tepe, uçurum gibi varlıklar ya da insan yapımı duvar, çit, parmaklık gibi nesnelerdir. Bu bakımdan, toprak üzerindeki sınırın doğal ya da insan yapımı olmasının mümkün olduğu söylenebilir. TMK. m. 719/1’de zikredilen sınır belirleme yöntemlerinden diğeri ise tapu planlarıdır. Tapu planında sınırlar geometrik bir çizgi halinde ve arazi planında gösterilir.[5]Belirtmek gerekir ki, TMK’da öngörülen sınırların tapu planlarına göre belirlenmesi hükmü, sadece kadastrosu yapılmış taşınmazlarda söz konusu olabilir. Zira planın yapılabilmesi için kadastro işleminin tamamlanması ve kadastro haritasının oluşturulması gerekir[6]. Bu nedenle, taşınmaz mülkiyetinin yatay kapsamı belirlenirken tapuya kayıtlı taşınmazlardan kadastrosu yapılmış ve yapılmamış olanlar arasında bir ayrıma gitmek gerekir. Bunun yanında, tapusuz taşınmazlarda sınırın nasıl belirleneceği ayrıca incelenmelidir.

Arazi üzerindeki sınırlar belli değilse, TMK m. 720, arazi malikine sınır belirleme yükümlülüğü getirmiştir. Söz konusu maddeye göre, her arazi maliki, komşusu talep ederse, sınırların belirlenmesi için tapu planlarının düzeltilmesine veya arz üzerine sınır işaretleri konulmasına katkı sağlamak zorundadır. Komşu taşınmaz maliki bu katkıyı sağlamaktan kaçınırsa, kendisi aleyhine sınırın belirlenmesi davası açılabilir[7]. Ayrıca, TBK m.113 kapsamında yapma borcuna bir aykırılık mevcut olduğundan, komşu arazi maliki, alacaklı sıfatıyla sınır işaretleri konulması ediminin kendisi veya üçüncü bir kişi tarafından yerine getirilmesini hâkimden talep edebilir. Bu durumda yükümlülüğünü yerine getirmeyen komşu taşınmaz maliki karşı tarafın uğradığı zararı gidermekle de yükümlü olur.

III.              Taşınmaz Mülkiyetinin Dikey Kapsamı

Dikey kapsam ile kastedilen arazi üstündeki hava ve arzın altıdır.

" Bir kimse, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde arazisindeki hava kapsamında da alt kapsamında da yararlanma ve koruma yetkisine sahiptir. "

TMK 718- Arazi üzerindeki mülkiyet, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsar. Yani burada nedir kritere göre kişi arazinin kullanılmasında yarar olduğu ölçüde üstü de kullanır altı da. Öncelikle biz kullanımında yarar olduğu ölçüde havada belli bir raddeye kadar kullanabiliriz yerin altında da belli bir raddeye kadar kullanabiliriz. Buna aktif yetki denir. Koruyucu yetkide de aynı ölçüyü esas alırız. Kişinin arazisinin üzerinden geçen bir hava taşıtı vb cisme onun kullanımının yararını azaltıyorsa müdehale edebilir.

IV.             Taşınmaz Mülkiyetinin Madde İtibariyle Kapsamı

Taşınmaz mülkiyetinin madde ile kapsamından kastedilen; sınırları belirlenmiş olan taşınmazın üzerindeki şeylerden hangilerinin mülkiyetin kapsamında olduğudur. İlgili kanunda geçen"...yapılar, bitkiler ve kaynaklar " [8]ifadeleri ile bunların mülkiyetin kapsamına gireceği açıkça belirtilmiştir. Bir arazi üzerindeki yapılar, bitkiler ve kaynaklar kural olarak bu arazinin mülkiyetinin kapsamındadır.  Bir diğer ifade ile arazinin mülkiyetine kim sahipse bu yapılar, bitkiler ve kaynakların sahibi de bu kişi olacaktır.

A.                Yapılar

Taşınır yapı karakterini taşımayan, kalıcı olmak amacıyla yapılan, arazinin kaderine tabi olan inşaat, yapı olarak ifade edilir. Yapı ifadesi ile kastedilenin inşaat ve sabit yapılar olduğu kabul edilmektedir. Yani taşınmazın mülkiyetine girecek olan yapılar sabit yapılardır. Geçici yapılar, bir süre sonra kaldırılmak üzere konmuş yapılar bu kapsamda taşınmaz mülkiyetinin kapsamında değerlendirilmezler. Özellikle geçici yapılara örnek verecek olursak: kalıcı olmaksızın yapılan büfe, çardak, kulübe ve barakalar örnek gösterilebilir. İşte bunlar taşınmaz mülkiyetinin kapsamında değillerdir. Burada önemli olan arkadaşlar büfe, çardak, kulübe vb. olması değildir. Dikkat edilmesi gereken husu kalıcı nitelikte ve kalıcı olması amacıyla yapılıp yapılmamasıdır. Burada önemli olan inşa edenin bunları geçiciliği hususundaki arzusudur, inşaatların kenarlarında konteynerlar bu konuda örnek gösterilebilir. Eğer bu konteynerlar kalıcı olarak yapılmışsa o zaman mülkiyetin kapsamındadır ve bunlara muhdesat denir. Bu taşınmazın üzerindeki yapılar, bitkiler ve kaynaklar vs. adı muhdesat olarak da kabul edilmektedir.

TMK 718/II'de mülkiyetin kapsamına yapılar, bitkiler ve kaynakların gireceği belirtilmekle beraber 728. maddeye bir atıfta bulunulmuştur. TMK m. 718- Arazi üzerindeki mülkiyet, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsar.Bu mülkiyetin kapsamına, yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynaklar da girer.TMK m. 728- Başkasının arazisi üzerinde kalıcı olması amaçlanmaksızın yapılan kulübe, büfe, çardak, baraka ve benzeri hafif yapılar, bunların malikine aittir. Bu tür yapılar, taşınır mal hükümlerine tâbi olur ve tapu kütüğünde gösterilmez.Y ani; yukarıda bahsedilen hususun yasal düzenlemesi de 728. maddedir. Kanunda "Kulübe, büfe, çardak, baraka vb. yapıların arazinin mülkiyet hakkına sahip olan kişinin mülkiyetinde değil; yapının sahibi kimse onun mülkiyetinde bulunduğu " ifade edilmiştir. Yani kalıcı olmaksızın yapılan yapıların arazi mülkiyetinden bağımsız düşünülmesi gerekmektedir. Bu tür yapılar, eğer kalıcı olarak yapılmışsa tabii ki bunlar da arazi mülkiyeti kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu konuda kabul edilmesi gereken prensip: Arazideki yapıların mülkiyeti, arazinin mülkiyetine tabidir. Arazi üzerindeki bu yapı arazinin bütünleyici parçasıdır.[9]

Kısaca özetlenirse; Bir arazinin üzerindeki yapılar arazinin bütünleyici parçasıdır, bitkiler arazinin bütünleyici parçasıdır ve kaynaklar o arazinin bütünleyici parçasıdır. Ve arazinin maliki kimse kural olarak yasal sınırlamalarla kalmak şartıyla bunların maliki de o kişi olmaktadır.

1.                 Haksız yapı

Bir kişinin bir araziye haldi olmaksızın yapı yapması halleridir. Haksız yapı 3 durumda karşımız çıkar .Bu durumlar :

·         Arazi maliki, başkasının malzemesiyle kendi arazisine kalıcı nitelikte, oranın bütünleyici parçası olacak şekilde yapı yapar.

·         Malzeme maliki, kendi malzemesiyle başkasının arazisi üzerinde yapı yapmış olabilir.

·         Üçüncü başka bir kişi, başkasının malzemesiyle, başkasını arazisine yapı yapmışsa da haksız yapı olarak ifade edilir.

Haksız yapı konusu TMK m 722 vd. maddelerinde düzenlenmiştir.

Yukarıda 3 madde halinde saydığımız haksız yapının ortaya çıkma şekilleri 3 alt başlık oluşturmaktadır.

 

a)                Yapıyı arazi malikinin yapmış olması

Yukarıdaki 3 madde halinde saydığımız haksız yapı hallerinin ilk maddesi olan, arazi maliki, başkasının malzemesiyle kendi arazisine kalıcı nitelikte, oranın bütünleyici parçası olacak şekilde yapı yaparsa sonucun ne olacağı bu başlık altında incelenecektir.

Arazi maliki bazen haklı olarak, iyiniyetli olarak yani bu malzemelerin kendisine ait olduğunu düşünerek, kendi malzemesi olduğunu düşünerek başkasının malzemesini alıp kendi arazisine bir yapı yapmış olabilir. Yahut tam tersi bilerek ve isteyerek de yapmış olabilir Sonuçta kendisine ait olmayan veya kullanmaması gereken malzemeyi kullanarak bir haksızlık meydana getirmektedir.

Arazi malikinin, başkasının malzemesiyle kendi arazisine yapı yapması durumunda uygulanması gereken kural, arazi üzerindeki bu yapının arazinin bütünleyici parçası olduğu ve arazinin mülkiyetine tabi olduğudur. Bu durumda çözülmesi gereken bir sorun ortaya çıkmaktadır. Kişi başkasının malzemelerini kullanmış, kendi arazisine yapı yapmış ve sonuçta yasa gereği bu yapının mülkiyeti de kendisine geçmiş ise bu durumda ilk olarak karşımıza malzeme malikinin hakları çıkar. Malzeme malikinin üç hakkı söz konusudur :

(1)             Malzemenin sökülerek geri verilmesi talebi

Malzeme maliki, eğer aşırı zarara yol açmıyorsa ve mümkünse bütün masrafları arazi malikine ait olmak üzere malzemelerin sökülüp, kaldırılıp kendisine verilmesini talep eder.Malzeme malikinin ilk olarak talep hakkıdır. Örnek üzerinden açıklamamız gerekirse malzeme maliki, bu talebi yalnızca bu haksız yapıyı yapan malike karşı veya onun külli haleflerine karşı ileri sürebilir. Eğer bu sırada (A) bu taşınmazı bu haliyle tutup (C)'ye devrederse, (C)'de iyiniyetli ise bu durumda (C)'ye karşı (B) bu hakları ileri süremez. Çünkü TMK 1023 bu durumda devreye girmektedir. (B), talep edeceklerini (C)'ye karşı ileri süremez. (B), talep edeceği hakları o ilk haksız yapıyı yapan malike karşı ileri sürebilir.

Malzemelerin sökülüp kaldırılmasının aşırı zarara yol açmaması gerekir. Eğer aşırı zarara yol açıyorsa o zaman bu talep istenemez. Bu durumu somut duruma göre değerlendirme yapılmalıdır.

(2)             Tazminat talebi

Malzemeler eğer ki sökülüp kaldırılamıyorsa veya malzemelerin sökülüp kaldırılması aşırı bir zarara sokuyorsa sökülüp kaldırılması talep edilemez . Bu durumda malzeme maliki tazminat isteyebilir. Öncelikle, malzeme malikinin isteyeceği tazminat, haksız yapıda kullanılan mallarının değeridir. Burada dikkat edilmesi gereken husus; Malzeme malikinin isteyeceği tazminat miktarı tespit edilirken bu arazi malikinin iyiniyetli olup olmaması dikkate almamız gerekmektedir. Şayet arazi maliki iyiniyetli ise ( Yani arazi malikinin buradaki iyi niyetinden kasıt bu malzemelerin kendisine ait olduğunu düşünmesidir veya bu malzemeleri kullanma yetkisine sahip olduğunu düşünmesidir. ) bu durumda iyiniyetli arazi maliki, malzeme malikine ancak uygun bir tazminat vermelidir. Uygun tazminattan kastedilen ise özellikle haksız yapıda kullanılan malzemenin değeridir. Malzemenin değerinin verilmesinin yeterli olacağı öngörülmüştür.

Bazı hallerde hakim tazminatta indirim de artırım da yapabilir. Asıl olarak arazi maliki iyiniyetli ise tazminatın miktarı malzemenin değeridir. Hakimin artırım yapabileceği durumlara bir örnek verecek olursak : Değeri düşük olan malzeme ile yapılan yapıdan çok yüksek kazanç elde edilmesi durumunda kazanç- malzeme değeri oranı çok yüksek çıkarsa hakimin takdiri ile tazminat miktarı artırılabilir. Tam tersi bir durum da olabilir.Böyle bir durumda da arazi maliki iyiniyetli ise hakim indirime gidebilir.

Arazi maliki kötü niyetli ise, malzeme malikinin bütün zararlarını karşılamakla yükümlü tutulabilir. Yani arazi maliki bu malzemenin başkasına ait olduğunu bilerek bunları kullanmışsa : malzemenin, malzeme malikinin elinden alınması neticesinde meydana gelen zararlar, kazanç kayıpları varsa, kardan mahrumiyet varsa vb. zararları, yapıda kullandığı malzemenin değeri ile birlikte kötün iyetli arazi malikinden, malzeme maliki talep edebilecektir.Yani  iyiniyetli olup olmaması ödenecek tazminat miktarının belirlenmesinde ve bir de biraz sonra söyleyeceğim mülkiyetin geçişinde önem arz etmektedir. Bu haklar mevcut arazi malikine ya da külli haleflerine karşı ileri sürülebilir. Arazi bu arada üçüncü bir kişiye devredilmişse bu üçüncü kişiden tazminat talep edilemez.

(3)              Arazinin mülkiyetinin kendisine geçirilmesi talebi

Bu durumun belirli şartları bulunmaktadır :

·         Malzeme maliki malzemenin sökülüp kaldırılmasını talep etmemiş olacak. Veya talep edilmesine rağmen reddedilmiş olmalıdır.

·         Tazminat talep etmemiş olmalıdır.

·         Malzeme maliki iyiniyetli olmalıdır. ( Yani malzeme maliki, malzemenin, arazi maliki tarafından haksız olarak kullanıldığını bilmemeli ve bilmesi de gerekmemeli, bu durumu öğrendiği zaman derhal müdahale etmelidir. Malzeme maliki bu durumu bilmemesine rağmen sonradan öğrenmiş ise ve buna ses çıkarmamışsa iyiniyetli sayılmaz )

·         Yapılan yapının değeri arazinin değerinden açıkça fazla olacak.

Malzeme maliki iyiniyetli ise ve malzeme malikinin malzemesiyle yapılan yapının değeri açıkça arazinin değerinden fazla ise malzeme maliki bu arazinin mülkiyetinin kendisine geçirilmesini talep etme hakkına sahiptir. Bu talep, kişinin mülkiyetin kendisine geçirilmesine yönelik talebi yenilik doğurucu bir hak olarak kabul edilir. Ve bunu talep ettiğinde artık arazi malikinin mülkiyeti devir borcu altına girdiği kabul edilir. Yani bu mülkiyeti devretmesi gerekir. Eğer bunu devretmezse malzeme malik dava açar ve mülkiyetin kendisine geçirilmesini sağlar. Ekstra bir sözleşme yapmaya gerek bulunmaz.

Özetlememiz gerekirse: Yukarıda 4 madde halinde saydığımız şartların gerçekleşmesi ile malzeme maliki, arazinin mülkiyetinin uygun bir tazminat karşılığında kendisine geçirilmesi hususunda yenilik doğuran bir hakka sahip olacaktır. Malzeme malikinin, arazi malikine yönelteceği tek taraflı bir beyanla, arazi maliki arazinin mülkiyetinin malzeme malikine devretmek, malzeme maliki de buna karşılık uygun bir tazminat ödemek borcu altına girmektedir. Eğer taraflar bu hususta anlaşamazlarsa, malzeme maliki arazinin mülkiyetinin kendisine geçirilmesi için bir dava açacaktır. Arazinin mülkiyeti, mahkeme kararının kesinleşmesiyle geçer ve yapılacak tescil açıklayıcı hüküm ifade eder.

Bu hususlar TMK'nın 722 ve 723 maddelerince düzenlenmiştir. TMK m. 722- Bir kimse kendi arazisindeki yapıda başkasının malzemesini ya da başkasının arazisindeki [10]yapıda kendisinin veya bir başkasının malzemesini kullanırsa, bu malzeme arazinin bütünleyici parçası olur.

Ancak, sahibinin rızası olmaksızın kullanılmış olan malzemenin sökülmesi aşırı zarara yol açmayacaksa, malzeme sahibi, gideri yapıyı yaptırana ait olmak üzere bunların sökülüp kendisine verilmesini isteyebilir.

Aynı koşullar altında arazinin maliki de, rızası olmaksızın yapılan yapıda kullanılan malzemenin, gideri yapıyı yaptırana ait olmak üzere sökülüp kaldırılmasını isteyebilir.

TMK m. 723- Malzeme sökülüp alınmazsa arazi maliki, malzeme sahibine uygun bir tazminat ödemekle yükümlüdür. -

Yapıyı yaptıran arazi maliki iyiniyetli değilse hâkim, malzeme sahibinin uğradığı zararın tamamının tazmin edilmesine karar verebilir.

’Yapıyı yaptıran malzeme sahibi iyiniyetli değilse, hâkimin hükmedeceği miktar bu malzemenin arazi maliki için taşıdığı en az değeri geçmeyebilir

Bu konu hakkında doktrinde tartışmalı noktalar bulunmaktadır. İlk görüşe göre malzeme malikinin burada seçimlik hak, yenilik doğurucu hakka sahip olduğu kabul edilmektedir.  Bir diğer ifadeyle, malzeme maliki bunlardan birini seçmişse artık diğerlerini seçemez. Eğer mümkün değilse seçtiği hak diğerlerini tekrar seçebilir. Eğer sökülüp kaldırılmasını talep etmiş ama bunun mümkünatı yok ise ;  malzeme maliki diğer seçimlik haklarını seçebilecektir. Uygulamada malzeme malikinin sökülüp kaldırılması talebi reddedilirse mahkemece bu talebin uygun bir tazminat olarak giderilmesine karar verilir. Bu uygulamanın yanlış olduğu hususunda bir tartışma bulunmaktadır. Mahkeme sökülüp kaldırılma talebini reddettiği zaman mahkemenin bu red kararma müteakip uygun tazminat kararı vermesinin yanlış bir uygulama olduğu yeni talebin ayrıca bir dava açılarak görülmesi gerektiği savunulmaktadır.

b)                Yapıyı malzeme malikinin yapmış olması

Bir kişinin kendi malzemesiyle başkasının arazisine yapı yapması uygulamada en çok karşılaşılan haksız yapı türüdür. Bir kimse kendi malzemesiyle hiç bir hukuki ilişkiye dayanmaksızın başkasının arazisi üzerinde yapı yapmışsa, burada bir haksız inşaat olduğu kabul edilir, malzeme maliki bir haksız inşaata imza atmıştır burada ve bu durumda arazi malikinin çeşitli talep hakları vardır.

Örneğin bu malzeme sahibi bir (B) şahsı; arazi sahibi (A) şahsı olsun. (B), kendi malzemeleriyle bir yetkisi ya da hakkı olmaksızın (A)'nm arazisi üzerine bir yapı yaparsa, bu malzemeler her ne kadar (B)'ye ait olsa da yapılan o yapı arazi sahibi (A)'ya aittir. Bu sonuca "Arazinin altındaki ve üstündeki yapılar, bitkiler ve kaynaklar o arazinin bütünleyici parçasıdır ve arazinin mülkiyetine tabidir " kuralından hareketle ulaşılır.

Bir kimse kendi malzemesiyle hiç bir hukuki ilişkiye dayanmaksızın başkasının arazisi üzerinde yapı yapmışsa, arazi malikinin çeşitli talep haklan vardır :

(1)             Arazi malikinin malzemenin sökülüp kaldırılmasını talep hakkı

Bu durumda ilk olarak arazi maliki malzemenin sökülüp kaldırılmasını talep eder. Malzeme maliki tarafından yapılan yapı, arazi malikinin rızası olmaksızın yapılmış olup, malzemenin sökülüp kaldırılması aşın zarara yol açmıyorsa arazi maliki , masrafları yapıyı yaptıran malzeme malikine ait olmak üzere malzemenin sökülüp kaldırılmasını talep edebilir.Belirtilen şartlardan birinin yokluğu, arazi malikinin bu talebi ileri sürmesin engeller.

Yukarıda bahsedilmiş olan aşırı zarara yol açmaktan kasıt, o yapının kaldırılmasıyla arazi malikinin elde edeceği menfaatle; yapının kaldırılmaması, bulunması halinde korunacak ekonomik denge güdülecek, hangisi daha ağır basıyorsa ona göre değerlendirileceğidir

Yargıtay bir kararında  " Bir kimse kendisine veya yasanın himaye ettiği bir hakka dayanarak üçüncü bir şahsa ait bir taşınmaz üzerine bütünleyici parça niteliğinde yapı inşa etmiş, imar uygulaması sonucu bu yer davacıya ait imar parseli içerisinde kalmış ise kendi arzu ve iradesi dışında idari kararla oluşan bir durum söz konusu olduğundan kusurlu sayılmaz. Bu nedenle yapı sahibinin hakları imar parseli malikine karşı korunur "[11]ifadesine yer vermiştir. Yani bu kişi normalde kendi arazisi olduğunu düşünerek buraya yapıyı yapmış ama sonrasında idare İmar Kanun m.18 çalışması neticesinde parçalayıp parselleri kişilere dağıtmıştır. İşte bu durum neticesinde o şahsın yapı yaptığı kısım başkasına geçmiştir. Burada kişi kusurlu değildir. İdari bir kararla bu durum oluşmuştur . İdari bir kararla bu durum oluştuğu için yapı sahibinin hakları imar parseli malikine karşı yani yapının haklarının sahibi sonradan arzın maliki olan kişiye karşı haklarını ileri sürebileceği düzenlenmiştir.

(2)             Malzemenin sökülüp kaldırılmaması halinde malzeme malikinin tazminat talebi

Arazi maliki, malzemenin sökülmesini talep etmediği veya talep edemediği takdirde, malzeme maliki, arazi malikinden her halde tazminat talep etme hakkına sahiptir.

Yapıyı yapan malzeme maliki başkasının arazisine yapı yapmış ve malzemenin sökülüp kaldırılması mümkün değil ise hukuk hakkaniyeti sağlamaya çalışır. Sonuç olarak malzeme maliki başkasının arazisine bir yapı yapmış ama üzerinde hak sahibi değil ise arazi malikinden bir tazminat talep edebileceği öngörülmüştür. Ancak bu tazminat miktarı belirlenirken malzeme malikinin iyiniyetli olup olmamasına göre durum değişir.

Eğer malzeme maliki iyiniyetli ise talep edeceği tazminat: emeği ve malzemenin değeridir. Burada tazminatı hesaplarken sökülüp kaldırılamayan, sabit olan malzemenin değeri dikkate alınacaktır. Eğer sökülüp kaldırılabiliyorsa, sabit değilse ; bunlar tazminat hesaplanırken dikkate alınmaz . Eğer gibi malzeme maliki iyiniyetli ise bu durumda uygun bir tazminat talep etme hakkına sahiptir ve bu uygun tazminat emek ve malzemenin değerini ihtiva eder.Malzeme maliki, yapıyı yaptığı arazinin başkasına ait olduğunu bilmiyorsa ve bilmesi gerekmiyorsa veya arazinin başkasına ait olduğunu bilmekle beraber arazide yapı yapmasına malikin sarih veya zımni rızası mevcutsa ve malzeme maliki böyle bir rızayı mevcut farz etmekte haklıysa iyiniyetlidir. Aksi hallerde kötü niyetli olarak addedilmektedir.

Îyi niyet hususunda uygulamadan örnek vermemiz gerekirse:

Tapulu yere hiç bir hakka dayanmadan giren kimsenin iyiniyetli olarak kabulü imkansızdır. Yani şimdi başkasının arazisine hiç bir hakka dayanmadan yapı yapan kişi bu durumu bilmediğini iddia edemez. İyi niyeti sağlayan da bir sebep olmalıdır . Burada beni iyin iyete götüren şey sözleşme yapılması, birinin buraya yapı yap vb. demesi gibi durumlardır.

Yine tapulu taşınmaz malın paydaşlarından bir kısmı tarafından harici senetle başkasına satılmış olması halinde, paydaşların tamamının muvafakatini almadan yalnız kısmi satışa dayanarak bu arsa üzerine bina inşa eden İtişinin iyiniyetli olduğu kabul edilemez. Haliyle paydaşlarsa hepsinin birlikte bu işlemi yapmış olmaları gerekir. Bir kısmının yapmış olması yapıyı yapanı iyiniyetli hale getirmez.

Eğer malzeme maliki kötü niyetli ise : Yani söz konusu arazinin başkasına ait olduğunu biliyor ya da bilmesi gerekiyorsa, böyle bir durumda arazi malikinin vereceği tazminat : malzemesinin en az değerini, yani arazi maliki için farz edilen sübjektif değeri geçmeyebilir. Yani kişi kötü niyetli ise, tazminat ödenmeli ama burada malzemenin en az değerini geçmemelidir. Özellikle arazi maliki için o yapının ya da malzemenin sübjektif değeri de dikkate alınması gerekir.Malzeme maliki lehine tazminat hükmedebilmek için, onun bu yönde talebi olması gerekmektedir.

(3)             Arazi malikinin ve malzeme malikinin arazinin mülkiyetinin malzeme malikine geçirilmesi talebi

 (A)'nın arazisi üzerine (B) yapı yapmış ise: Burada arazinin mülkiyetinin malzeme malikine geçirilmesini malzeme maliki kendisi isteyebileceği gibi arazi maliki de talep edebilir. Bu hak da yine yenilik doğurucu haktır. Yani, yapının değeri arsanın değerinden açıkça fazla ise, gerek iyiniyetli arazi maliki gerekse iyiniyetli malzeme maliki uygun bir tazminat karşılığında arazinin tamamının ya da yeterli bir kısmının mülkiyetinin malzeme malikine geçirilmesini talep hakkına sahiptir. Arazi malikine de mülkiyetin malzeme malikine geçirilmesini talep yetkisi tanınması, arazi malikinin hiçbir rızası olmaksızın malzeme malikinin yapıyı yapması daha sonra da malzeme malikine tazminat ödemesi zorunluluğunu ortadan kaldırmak içindir. Arazi maliki böylelikle tazminat ödemeyeceği veya ödeyemeyeceği hallerde, arazinin mülkiyetinin malzeme malikine geçirilmesini talep edebilecektir.

Bu durumun şartları:

·         Malzemenin sökülüp kaldırılması talep edilmemiş olmalıdır.

·         Tazminat talep edilmemiş olmalıdır.

·         Mülkiyetin geçirilmesini talep eden kişi iyiniyetli olmalıdır.

·         Yapının değeri, arazinin değerinden açıkça fazla ise bu durumda arazi maliki ya da malzeme maliki arazinin mülkiyetinin malzeme malikine geçirilmesini talep edebilirler.

İyi niyet hususunda bir kaç örnek vermek gerekirse: Görevli memurun sözlerine itibar ile memurun arazide gösterip tespit ettiği yere binasını yapmış olanın bu durumu iyiniyetini gösterir.

Eğer kişiye sahte vekaletname ile arazi satıldıysa. Arazi o kişinin adına da kaydedilmiştir. Ama kişi onun sahte vekaletname olduğunu bilmiyorsa ve o araziye yapı yaptıysa. Sonradan vekaletnamenin sahte olduğu ortaya çıktı ve tapu iptal edildiyse. îşte burada bir haksız inşaat vardır ve kişi burada iyiniyetlidir!

c)                 Yapıyı bir üçüncü kişinin yapmış olması

 

Bu başlık altında başkasının arazisine üçüncü kişi başkasının malzemesiyle bir yapı yaparsa ne olacağını ,yani (C), (B)'nin malzemesiyle (A)'nm arazisi üzerine yapı yaparsa ne olur onu inceleyeceğiz. Burada ilk olarak arazi malikinin haklarının incelenmesi gerekir.

(1)             Arazi Malikinin Hakları

Yapı arazi malikinin rızası bulunmaksızın yapılmış olup da malzemenin sökülüp yapının kaldırılması aşırı zarara yol açmıyorsa arazi maliki gideri yapıyı yapana ait olmak üzere malzemenin sökülüp yapının kaldırılmasını talep edebilir. Hatta yapı malzeme malikinin rızasıyla yapılmışsa arazi maliki yapının kaldırılması masraflarını ondan talep edebilir.

Rızası yokken yapılan inşaatın kaldırılamadığı hallerde arazi maliki bu yüzden bir zarara uğrarsa bu zararını vekaletsiz iş görme hükümlerine veya haksız fiil hükümlerine göre yapıyı yapana tazmin ettirebilir.

Yani yukarıdaki örneğimize atıf yapacak olursak : (A), bunun kaldırılmasın isteyebilir. Bunun masrafları normalde (C)'ye aittir. Ama buranın yapılmasına malzeme malikinin rızası varsa arazi maliki masrafları malzeme malikinden de isteyebilir. Bunun kaldırılması mümkün değilse ama araziye de zarar vermiş ise (A), yapıyı yapandan vekaletsiz iş görme hükümlerine veya haksız fiil hükümlerine göre tazminat isteme hakkına sahiptir.

Burada malzeme malikinin hakları da söz konusu olur; kişinin malzemeleriyle gidilmiş başkasının arazisine yapı yapılmış ve bu onun bütünleyici parçası olmuş ve bunun mülkiyeti de (A)'ya geçmiş. Bu durumda malzeme malikinin de hakları bulunmaktadır.

(2)             Malzeme Malikinin Hakları

Malzeme malikinin hakları 2'ye ayrılır.

·                    Yapı arazi malikinin rızasıyla yapılmış ise ve kaldırılması da aşırı bir zarara yol açmıyorsa malzeme maliki malzemenin sökülüp yapının kaldırılmasını talep edebilir. Malzemenin sökülüp kaldırılmasının talep edilemediği hallerde ya da böyle bir hakkın olmadığı hallerde, yapı arazi malikinin rızasıyla yapılmışsa; malzeme maliki ona karşı az önce saydığımız hakları yani tazminat ya da mülkiyetin kendisine geçirilmesini talep edebilir.

·                    S Yapı arazi malikinin rızası olmadan yapılmış ise yani (C), (B)'nin malzemeleriyle (A)'nm arazisi üzerinde yapı yapmış ve buna (A)'nın da rızası yoksa böyle bir durumda malzeme maliki sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre tazminat isteyebilir; iyiniyetli olması halinde TMK 724, yani bu mülkiyetin geçirilmesini talep etme hakkından da yararlanabilir. Arazi malikinin de rızası olmasa da sonuçta arazi sahibi yapılan bu yapıyla birlikte sebepsiz zenginleşmiştir ; durup dururken bir yapı sahibi olmuştur. Bu sebeple arazi malikinin rızası yoksa malzeme maliki sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre tazminat ister. Malzeme maliki ayrıca haksız fiil veya sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre tazminat da talep edebilir. Sonuçta kişi malzemelerini almış, kullanmış ve onu bir zarara uğratmıştır.

d)                Yapıyı Yapanın Hakları

Eğer yapıyı yapan arazi malikine karşı onun inşaata rızası varsa vekalet, rızası yoksa vekaletsiz iş görme hükümlerine göre taleplerde bulunabilir denilir. Yani  : (A), (C)'ye yapımn yapılmasında rıza göstermiş, (C) de bu yapıyı yaparken (B)'nin malzemeleriyle yapmış. Bu durumda (C), sanki vekilmiş gibi vekalet sözleşmesine göre (A)'dan taleplerde bulunabilir. Ücret vs. (A) burada rıza göstermemiş olsa dahi burada da (C) yetki almadan onun adına iş yapmış gibi gözüküyor işte o zamanda da vekaletsiz iş görme hükümlerine göre taleplerde bulunabileceği öngörülmüştür.

Aslında temelde şu  durumda ortaya çıkar:

·         Arazi sahibi başkasının malzemesiyle yapmış olması

·         Malzeme malikinin başkasının arazisine yapı yapmış olması

·         Yapıyı bir üçüncü kişinin yapmış olması

Burada talep edilecek şeyler de aynıdır.

·         Mümkünse malzemelerin sökülüp kaldırılması

·         Bu mümkün değilse tazminat

·         Mülkiyetin geçirilmesini kişiler talep edebilir.

Taşınır yapılar, Üst Hakkı, Mecra Hakkı, Taşkın Yapılar: TMK 718/2'de düzenlenen kuralın istisnalarını oluşturmaktadırlar.

Üstünde durulması gereken bir diğer husus ise teknik kavram olarak muhdesat denilen kavramdır. Muhdesattan kasıt aslında arazinin üzerinde bulunanlardır. Örneğin kişinin bir yapım var kendi arazisi üzerinde. İdari bir kararla ( İmar md. 18) bölünüyor parçalanıyor kişinin yapısının üzerinde bulunduğu arazinin mülkiyeti idari kararla başka birine geçiyor. İşte burada o yapının maliki Yargıtay kararına göre [12]halen o kişinindir ve bu 718/2'nin bir istisnasını oluşturmaktadır, kişinin muhdesatı burada  yaptığı yapıdır. Muhdesat ağaç, yapı vb. olabilir. Muhdesat tespiti kadastro sırasında yapılmalıdır. Kadastro yapıldıktan sonra benim muhdesatım vardı iddiasında bulunulamaz.

Bu konunun istisnaları ise:

(1)             Üst Hakkı

Üst Hakkı sınırlı ayni haktır.[13] Bu Üst Hakkı bir TMK'nın 726. maddesinde düzenlenmiştir ki bu 718/2'ni istisnası olarak düzenlenmiştir. Bir de daha ileride 826 ve 836. maddelerde düzenlenmiştir. İnşaat Hakkı olarak da bilinen ' Üst Hakkı ', İrtifak Haklarından sayılıp kısaca bir başkasına ait olan bir araziye inşaat yapmak ya da inşaatı yapılmış bir yapıyı elde tutmak olarak söylenebilir. Bir irtifak hakla olan üst hakkı, başkasına ait arsada inşaat yapmak veya mevcut inşaatı yerinde tutmak hakkını verir. Açıklamamız gerekirse, üst hakkı ile arazinin mülkiyeti malikte kalır ancak araziye inşa edilen taşınmaz irtifak hakkı sahibinin kabul edilir.[14]

Medeni Kanunun 726. maddesine göre Üst Hakkı , başkasına ait bir yerin üstüne , altına , içerisine inşaat yapmak veya inşaatı bitirilmiş bir yapının elde tutma yetkisini veren bir irtifak hakkıdır.

Üst hakkına almış kişinin üstüne yapmış olduğu yapı , arsanın bütünleyici bir parçası olmaz.

Üst hakkının geçerli olduğu süre boyunca , arsanın sahibini ( maliki ) ve üzerinde bulunan yapının sahibi ( maliki) farklı kişiler olmaktadır.

TMK m. 726.- Bir üst irtifakına dayalı olarak başkasına ait bir arazinin altında veya üstünde sürekli kalmak üzere inşa edilen yapıların mülkiyeti, irtifak hakkı sahibine ait olur.

Bir binanın başlı başına kullanılmaya elverişli bağımsız bölümleri üzerinde kat mülkiyeti veya kat irtifakı kurulması, Kat Mülkiyeti Kanununa tâbidir.

Bağımsız bölümler üzerinde ayrıca üst hakkı kurulamaz.

TMK 726/1deki istisnaya göre  bir arazi üzerinde (A), (Ü)'ye üst hakkı tanımış ve bu üst hakkına dayanılarak bir yapı yapılmış veya var olan bir yapı var ise, eğer böyle bir üst hakkı tanınmışsa bu yapının sahibi irtifak hakkı sahibidir yani (Ü)'dür. Arazinin sahibi (A)'dır. Bu bağlamda üst hakkı ,kuralımızın istisnası olmuştur. Eğer bir kişiye bir arazi üzerinde üst hakkı tanınarak yapı yaptırılmış ya da var olan yapıyı kullanma hakla tanınmışsa, bu yapının mülkiyeti üst hakkı süresi boyunca o irtifak hakla sahibine aittir yani üst hakkı sahibine aittir. Arazi ise yine arazi malikinin mülkiyetine tabidir.

TMK 726/2'ye göre ise eğer bir bina varsa bu binanın her bağımsız bölümünde kat irtifakı ya da kat mülkiyeti kurulabilir. Yani bir binanın bağımsız bölümünde ,tek tek daireler ya da dükkanlar üzerinde ayrıca üst hakkı kurulamaz.

Üst hakkı bir sınırlı ayni haktır. Düzensiz bir kişisel haktır. Kanun maddesi üzerinden gidelim

TMK md. 826.- Bir taşınmaz maliki, üçüncü kişi lehine arazisinin altında veya üstünde yapı yapmak veya mevcut bir yapıyı muhafaza etmek yetkisi veren bir irtifak hakkı kurabilir.

Aksi kararlaştırılmış olmadıkça bu hak, devredilebilir ve mirasçılara geçer.

Üst hakkı, bağımsız ve sürekli nitelikte ise üst hakkı sahibinin istemi üzerine tapu kütüğüne taşınmaz olarak kaydedilebilir. En az otuz yıl için kurulan üst hakkı, sürekli niteliktedir.

Kanuna göre arazi sahibi 3. kişiye bu hakkı tanıyarak ya bir yapıyı yaptırıp onu kullandırabilir; ya da var olan yapı üzerinde kullanma ya da yararlanma hakla tanır. İşte bu şekilde bir yapı yapıldığında ya da var olan yapı üzerinde üçüncü kişiye bir üst hakkı tanındığında o üçüncü kişi üst hakkı süresi boyunca o yapının maliki olur .

Üst hakkı bir sınırlı ayni hak olduğu için ve taşınmazlarla ilgili olduğu için bir taşınmaz üzerinde üst hakkı kurulabilmesi için resmi bir sözleşme ve tapu siciline tescil yapılması gerekmektedir. Üst hakkı ancak bu şekilde kurulur.

Üst hakkı yapı üzerinde o kişiye oranın maliki gibi kullanma yararlanma hatta tasarruf etme yetkisi tanır TMK 826/2 : "...Aksi kararlaştırılmış olmadıkça bu hak, devredilebilir ve mirasçılara geçer" Hüküm bu. Yani İlk baştaki örneğimize atıf yapacak olursak : (Ü), bu yapı üzerindeki üst hakkından kaynaklanan hakkını (C)'ye devredebilir. (C), (D)'ye devredebilir. Tabi aksi kararlaştırılmamışsa. Yahut üst hakkı sahibi yaşamım yitirirse bu hak mirasçılarına geçer.

Üst hakkı tüzel kişiler için en fazla 100 yıl için kurulabilir.

Üst hakkı dediğim gibi taşınmazlar üzerinde kurulabilir.

Bir yapının bağımsız bölümleri üzerinde üst hakkı kurulamaz! Ancak bir binanın ya da yapının tamamı üzerinde üst hakkı kurulabilir.

Üst hakkı sona erdiğinde üst hakkı sahibinin kural olarak herhangi bir bedel talep etmeden yapıyı bırakıp gitmesi gerekir. Üst hakkı bu bağlamda yap-işlet-devret modelinin temelini oluştur. Tabi bunun aksi kararlaştırılabilir. Eğer böyle üst hakkı sahibine bedel alacağı kararlaştırılmışsa üst hakkı sahibinin kanuni ipotek hakkı olacaktır. Örneğin (A), (B)'ye üst hakkı tanımış ve üst hakkı sahibine bedel alacağı kararlaştırılmış. îşte kararlaştırılmasına rağmen (A) bu bedel alacağını üst hakkı süresinin sonunda (B)'ye vermemişse (B), bu alacağına karşılık bu yapı üzerinde ipotek tescil ettirebilir.Bir şeyin üst hakkına konu olabilmesi için toprağa doğrudan doğruya bağlı ve sabit yapı olması gerekmektedir.[15] Altında da olabilir; üstünde de.

(2)             Mecra Hakkı

Sınırlı bir ayni hak olan mecra hakkı da 727'de düzenlenmiştir. Mecra doktrinde [16]tanımlanmıştır "Kuvvetle maddelerin taşıma ve dağıtımına yarayan teknik tesisat."  Şeklinde tanımlanmıştır. Mecra, elektrik, gaz ve su gibi şeylerin iletilmesine hizmet eden tesisler için kullanılan bir terimdir.

TMK m. 727.- Su, gaz, elektrik ve benzerlerinin mecraları, işletmenin bulunduğu taşınmazın dışında olsalar bile, aksine bir düzenleme olmadıkça o işletmenin eklentisi ve işletme malikinin malı sayılır.

Komşuluk hukukunun gerektirdiği hâller dışında bir taşınmazın böyle bir mecra ile aynî hak olarak yüklenmesi, ancak bir irtifak hakkı kurulması suretiyle olabilir.

İrtifak hakkı, mecra dışarıdan görülmüyorsa tapu kütüğüne tesciliyle, dışarıdan görülüyorsa noterce düzenlenecek sözleşmeye dayanılarak mecranın yapılmasıyla doğar.

Kanuna göre bu tesisatlar, üzerinde bulunduğu arazinin mülkiyetinin kapsamında değildir. İşletme kiminse onun eklentisidir ve onun mülkiyetindedir.

(3)             Taşkın Yapı

Taşkın yapı TMK'nın 725. maddesinde düzenlenmiştir.

TMK m. 725.- Bir yapının başkasına ait araziye taşırılan kısmı, eğer yapıyı yapan malik taşırılan arazi üzerinde bir irtifak hakkına sahip bulunuyorsa, ona ait taşınmazın bütünleyici parçası olur.

Böyle bir irtifak hakkı yoksa, zarar gören malik taşmayı öğrendiği tarihten başlayarak onbeş gün içinde itiraz etmediği, aynı zamanda durum ve koşullar da haklı gösterdiği takdirde, taşkın yapıyı iyiniyetle yapan kimse, uygun bir bedel karşılığında taşan kısım için bir irtifak hakkı kurulmasını veya bu kısmın bulunduğu arazi parçasının mülkiyetinin kendisine devredilmesini isteyebilir.

Bir taşınmaz üzerinde var olan yapıların, o taşınmazın bütünleyici parçası olma kuralına getirilen diğer bir istisna da, başkasının arazisine taşan yapının, asıl yapının bütünleyici parçası olma halidir. Bu hale taşkın yapı denir. Taşan inşaat, üzerine taştığı arsanın değil, asıl inşaatın yapıldığı arsanın bütünleyici parçası sayılır.

Taşma, inşaatın temelinde olabileceği gibi, balkon ve saçaklarda da olabilir. Kural olarak, arazi maliki arsasına taşan yapıya katlanmakla mükellef değildir.

Ancak yapıyı yapan malik taşırılan arazi üzerinde bir irtifak hakkına sahip bulunuyorsa ya da bulunmuyorsa farklı düzenlemeler söz konusu olur.

(a)             Taşkın inşaatı yapanın bir irtifak hakkına dayanması:[17]

Arazi maliki, diğer arazideki yapının kendi arazisine taşmasına izin vermişse yani, yapıyı yapan malik, taşırılan arazi üzerinde bir irtifak hakkına sahip bulunuyorsa: Taşan kısım yapı malikinin mülkü olur. Bir diğer ifâdeyle, yapı sahibine ait taşınmazın bütünleyici parçası olur.

Burada kast edilen irtifak hakkı, taşılan arsa üzerinde inşaat yapma haklcı veren bir ayni haktır.

(b)            Böyle bir irtifak yoksa:[18]

Yani arkadaşlar diğer bir ifadeyle arazi maliki yapının taşmasına izin vermemişse: Zarar gören malik, taşmayı öğrendiği tarihten itibaren başlayarak 15 gün içinde itiraz edebilir. Bu itirazla taşan kısmın kaldırılması istenebilir.

Arazi maliki itiraz süresini geçirirse, aynı zamanda durum ve koşullarda haldi gösterdiği takdirde, taşkın yapıyı iyiniyetle yapan kimse, uygun bir bedel karşılığında taşan kısım için;

·         Kendi lehine bir irtifak hakkı kurulmasını veya

·         Bu kısmın bulunduğu arazi parçasının mülkiyetin kendisine devredilmesini talep edebilir.

Rıza yoksa ya da irtifak hakkı kurulmamışsa: O zaman TMK725/2’e göre : Bu arazisine taşırılan kişi , bu taşkınlığı öğrenmesinden itibaren 15 gün içerisinde itiraz etmesi gereklidir. Eğer 15 gün içinde itiraz etmemişse, durum ve koşullar da haklı ise ve taşkın inşaatı yapan kimse iyiniyetli ise bu durumda o taştığı arazi sahibinden yukarıda 2 madde halinde saydığımız hususları talep edebilir.

Eğer 15 gün içinde itiraz edilirse veya taşıran iyiniyetli değilse o zaman bu taşkınlığın giderilmesini talep etme hakkına sahiptir.Sonuç olarak kişi izin vermişse buna katlanmak zorundadır. İzin vermemişse, itiraz etmemişse taşkınlığı yapan da iyiniyetli ise yine katlanmak zorundadır.

Eğer 15 gün içerisinde itiraz edilmişse  kural bu taşkınlığın kaldırılmasıdır. Ancak gerek doktrinde gerek uygulamada buna karar verilirken zarar dengelerinin göz önünde bulundurulması gerektiği savunulmaktadır.[19] Bu kadar katı olmak yerine en azından sadece o taşan yapının kaldırılmasının tercih edilebilir makul bir yol olduğu söylenebilir.Burada itirazı arazi maliki yapabileceği gibi yapının taşmasından dolayı zarara uğrayan sınırlı ayni hak sahiplerinin de yapabileceği öngörülmüştür.

Taşkın Yapı ile Haksız Yapı arasındaki farklar :

·         Haksız inşaatta yapı arsanın bütünleyici parçası olur, taşkın inşaatta mülkiyet inşaat sahibine ait olur.

·         Haksız inşaatın yıkılmasını talep zamanaşımına tabi olmadığı halde, taşkın inşaatta 15 günlük zamanaşımı süresine tabidir.

·         Haksız inşaatta malzeme sahibi sadece arsanın mülkiyeti’nin devrini talep edebilir, taşkın inşaatta ise ya mülkiyeti veya irtifak hakkı tesisini talep edebilir.

B.                 Bitkiler

Bitkiler, özellikle taşınmazın mülkiyetine tabi olacak veya arazi malikinin mülkiyetinin kapsamına girecek olan bitkilerin aynı yapılarda olduğu gibi kalıcı nitelikte bitkiler olması gerekir. Yani eğer bitki kalıcı değilse, geçici ise: aynı bu taşınır yapılar vardı ya hani, büfe çardak vb. yapı kime aitse onun mülkiyetindedir kuralı, işte aynı kural burada da uygulanır.

Geçici bitkiler; kalıcı olmaksızın dikilen fidanlar, özellikle satış amacıyla yetiştirilen bitkilerdir.

Yapılar için kurabilen üst hakkı için tanınmamıştır.

TMK md. 729.- Bir kimse başkasının fidanını kendi arazisine ya da kendisinin veya bir üçüncü kişinin fidanını başkasının arazisine dikerse, başkasının malzemesini kullanarak yapılan yapılara veya taşınır yapılara ilişkin hükümler bunlar hakkında da uygulanır.

Ağaçlar ve ormanlar üst hakkına konu olamaz.

Bu madde ile üst hakkı kurulamayacağı ama başkasının arazisine yapılmışsa,  haksız inşaat hükümlerine göre değerlendirme yapılması gerektiğini açıklanmıştır..

Yargıtay bir kararında : "Devlete ait taşınmazda kendiliğinden yetişen yabani zeytin ağaçlarını aşılamış olmak ve bu yeri uzun süre elinde bulundurmak bu TMK 729. maddesine göre davacıya temlik isteme hakkı vermez.”[20] İfadesiyle ağacı kişinin kendisinin dikmiş olsa gerekli şarlar oluşsaydı (malzeme malikinin mülkiyeti talep edebileceği şartlar ) o zaman istenebileceğini açıklamıştır. Yargıtay ayrıca yalnızca mevcut zeytin ağaçlarıma bakımını yapan kişi için yine TMK 729'daki hükümden yararlanarak malzeme malikinin haklarını talep edemeyeceği görüşündedir.

 Taşınır bitki, dikili olduğu arazi üzerindeki tasarruf işlemlerinin konusu olmaz. Dikili olduğu taşınmaz üzerinde rehin kurulsa; taşınır bitki, taşınmaz rehninin kapsamına girmez. Eğer bitkiler dikilmişse ve bitkiler haksızsa, yani kişi başkasının arazisine (Bu hazine arazisi de olabilir; başkasının arazisi de olabilir.) bitki dikmiş ise burada bildiğimiz malzeme malikinin haklan , özellikle mülkiyeti talep etme hakkı aynen uygulanacaktır.

TMK md. 740.- Komşunun arazisine taşarak zarar veren dal ve kökler, onun istemi üzerine uygun bir süre içinde (ihtar) kaldırılmazsa, komşu bu dal ve kökleri kesip kendi mülkiyetine geçirebilir.

Ekilmiş veya üzerine yapı yapılmış arazisine dalların taşmasına katlanan komşu, bu dallarda yetişen meyvaları toplama hakkına sahip olur.

Komşu ormanlar hakkında bu hükümler uygulanmaz, (ormanlar devletindir.)

 

C.               Kaynaklar

Doğal olarak ya da insan emeğiyle toprak sathından çıkarılan su kaynak olarak kabul edilir ve bu kaynaklar da taşınmaz mülkiyetinin kapsamında kabul edilir. Bir kaynaktan söz edebilmek için yeraltı suyunun devamlı şekilde toprak sathından çıkması yeterlidir. Doğal olarak oluşan kaynaklar TMK hükümlerine tabidir. [21]Kaynak kimin arazisinde çıkmış ise. Bununla birlikte bu kaynaktaki su kıymetli ise, işte jeotermal kaynaklar, doğal mineralli sular vs. durumlarda  bu husus özel kanun hükümlerine tabidir. Jeotermal kaynaklar, doğal mineralli sular devletin hüküm ve tasarrufu altında olup bulundukları arazilerin mülkiyetine tabi değillerdir. Kaynağa ilişkin faaliyetlerin yapılabilmesi için özel ruhsat alınması şart tutulmuştur. Mesela kişinin arazisinde çıkan bu kıymetli kaynakları, kişi ruhsat alıp kullanabileceği gibi başkası da ruhsat alıp kullanabilir.[22]

TMK md. 756.- Kaynaklar, arazinin bütünleyici parçası olup, bunların mülkiyeti ancak kaynadıkları arazinin mülkiyeti ile birlikte kazanılabilir.

Başkasının arazisinde bulunan kaynaklar üzerindeki hak, bir irtifak hakkı olarak tapu kütüğüne tescil ile kurulur.

Yeraltı suları, kamu yararına ait sulardandır. Arza malik olmak, onun altındaki yeraltı sularına da malik olmak sonucunu doğurmaz.

Arazi maliklerinin yeraltı sularından yararlanma biçimi ve ölçüsüne ilişkin özel kanun hükümleri saklıdır.

Yeraltı suyu için belli bir metreden sonra özel izin gereklidir.Bununla birlikte ırmaklar, çaylar, göller, nehirler bunlar özel mülkiyet dışındadır, devletin tasarrufu altındadır.Bir Yargıtay kararında : " Suyun özel mülkiyete tabi taşınmazdan çıktığı tespit edilse dahi suyun miktar itibariyle çıktığı taşınmazın sınırlarını aşacak şekilde büyük olması halinde veya özel mülkiyete bağlı olması durumunun kamu için zararlı olacağı durumlarda kaynağın bütünleyici parça sayılmayıp; genel su sayılacağına karar verilmiştir. "[23]

Yine başka bir kararında : " ...Suyun TMK 679. maddesi anlamında özel su sayılabilmesi, bunun kendiliğinden yeryüzüne çıkan bir kaynak suyu ve çıktığı taşınmazın sınırlarını aşmayacak ölçüde olmasına bağlıdır. "[24] ifadesine yer vermiştir.

Bu kaynaklar ve kaynakların korunmasına ilişkin yasal düzenlemeler:

TMK m. 757.- Önemli ölçüde yararlanılan veya yararlaninak amacıyla suyu biriktirilen kaynakları veya kuyuları kazı, yapı veya benzeri faaliyetler yüzünden kısmen olsun keserek ya du kirleterek malikine veya onda hak sahibi olana zarar veren kimse, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Zarar kasten veya ihmal yoluyla verilmemişse ya da zarar görenin de kusuru varsa hâkim, tazminatın gerekip gerekmediğini, gerekiyorsa miktar ve türünü-takdir eder.

TMK m. 758 - Bir taşınmazda oturmak, onu işletmek veya bir yerin içme ya da kullanma suyunu sağlamak için gerekli olan kaynaklar kesilir ve kirletilirse, kaynağın olabildiği ölçüde eski duruma getirilmesi istenebilir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

V.                Kaynakça

ANTALYA, Gökhan ve Murat Topuz. Eşya Hukuku. İstanbul: Seçkin, 2019.

AYAN, Mehmet. Eşya Hukuku. Cilt II. Ankara: Seçkin Yayıncılık, 2016. III cilt.

BELGE, Ayşe Merve, Arazi Mülkiyetinin Maddi Kapsamı, Yetkin, Ankara, 2016.

EREN Fikret, Borçlar Hukuku Özel Hükümler, Yetkin, Ankara, 2019

Eren, Fikret. Mülkiyet Hukuku. Gözden Geçirilmiş 4.Baskı. Ankara: Yetkin, 2016.

ERKAN Vehbi Umut, “Kendi Malzemesini Kullanarak Başkasının Arazisinde Meydana

Getirilmesi Durumunda Malzeme Sahibinin Arazinin Mülkiyetinin Kendisine Verilmesi

Talebi (TMK m. 724)”, AÜHFD, C: 63, Sayı: 3, ss: 449-478, Ankara, 2014.

ERTAŞ Şeref, Eşya Hukuku, 13. Baskı, Fakülteler, İzmir, 2016.

 

ERTEN M. Ali, Türk Borçlar Hukukuna Göre Bina ve İnşa Eseri Sahiplerinin

Sorumluluğu (BK. md. 58), Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, Ankara, 2000.

G

GÜNEŞ, Yusuf. Orman ve Arazi Mülkiyeti Uyuşmazlıkları. On İki Levha Yayıncılık, 2018.ÜNAY Erhan, Önalım Hakkı, Seçkin, Ankara, 2016.

 

GÜRLEK İLGÜN Mühübe, Su Davaları, Adalet, Ankara, 2008.

İNAL Emrehan, “Haksız Yapı Kavramı ve Haksız Yapının Kaldırılması”, İstanbul

Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt: 70, Sayı: 1, 2012.

TOPUZ, Murat, Türk Özel Hukukunda Taşınmaz Mülkiyeti, Seçkin 2020

Oğuzman, Kemal, Özer Seliçi ve Saibe Oktay Özdemir. Eşya Hukuku. 21. İstanbul: Filiz Kitabevi, 2018.

Sirmen, Lale. Eşya Hukuku. 7.Baskı. Ankara: Yetkin, 2019.

 

Yargıtay 1. HD, T. 02.10.2006, E. 2006/8979, K. 2006/9624.

Yargıtay 14. Hukuk dairesi. Tarih. 16.02.2015, Esas. 2014/3367, Karar. 2015/1576

Yargıtay 3. Hukuk Daires. T. 17.01.1994, E. 1993/13021, K. 1994/33

Yargıtay 14. Hukuk Dairesi, 04.05.1976 tarihli ve 1976/1894 E., 1976/2535 K. sayılı kararı

Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 19.06.2012 tarihli ve 2010/17870 E., 2012/7810 K. sayılı kararı

 



[1] OĞUZMAN, Kemal, Özer Seliçi ve Saibe Oktay Özdemir. Eşya Hukuku. 21. İstanbul: Filiz Kitabevi, 2018. s.8

[2] OĞUZMAN,Seliçi, Oktay-Özdemir s.383

[3] ERTAŞ Şeref, Eşya Hukuku, 13. Baskı, Fakülteler, İzmir, 2016.s.349

[4] AYAN, Mehmet. Eşya Hukuku. Cilt II. Ankara: Seçkin Yayıncılık, 2016. III cilt.s. 285

[5] Eren, Fikret. Mülkiyet Hukuku. Gözden Geçirilmiş 4.Baskı. Ankara: Yetkin, 2016.s.330

[6] 22 Eren, a.g.e., s. 330.

[7] 22 Eren, a.g.e., s. 330.

[8] Ayşe Merve Belge, Arazi Mülkiyetinin Maddi Kapsamı, Yetkin, Ankara, 2016 s. 71.

[9] M. Ali Erten, Türk Borçlar Hukukuna Göre Bina ve İnşa Eseri Sahiplerinin Sorumluluğu (BK. md. 58), Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, Ankara, 2000, s. 104-107

[10] Vehbi Umut Erkan, “Kendi Malzemesini Kullanarak Başkasının Arazisinde Meydana Getirilmesi Durumunda Malzeme Sahibinin Arazinin Mülkiyetinin Kendisine Verilmesi Talebi (TMK m. 724)”, AÜHFD, C: 63, Sayı: 3, ss: 449-478, s. 455.

[12] Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 19.06.2012 tarihli ve 2010/17870 E., 2012/7810 K. sayılı kararı

[13] Ayan, a.g.e., s. 341.

[14] Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, a.g.e., s. 425.

[15] Yargıtay 1. HD, T. 02.10.2006, E. 2006/8979, K. 2006/9624.

[16] 359 Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, a.g.e., s. 448. 361 Ayan, a.g.e., s. 352.

[17] Sirmen, Lale. Eşya Hukuku. 7.Baskı. Ankara: Yetkin, 2019.s391

 

[18]  Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, a.g.e., s. 421.

[19]  Ayan, a.g.e., s. 325; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, a.g.e., s. 411.

[22] TOPUZ, Murat, Türk Özel Hukukunda Taşınmaz Mülkiyeti, Seçkin 2020 s.285

[23] Yargıtay 14. Hukuk dairesi. Tarih. 16.02.2015, Esas. 2014/3367, Karar. 2015/1576

[24] Yargıtay 3. HD. T. 17.01.1994, E. 1993/13021, K. 1994/33

Tahkim Yargılamasında Gizlilik

  Tahkimde gizlilik, ticari tahkimin en önemli avantajlarından biri olarak kabul edilir.   Tarafların aralarındaki uyuşmazlıkları kamuya açı...